Renk vermek gerekirse, Türk kültürü rengarenk bir kültür. İslam coğrafyası el değmedik renk paleti...
Muhammed Hüseyin Şehriyar, öyle bir renk, öyle bir şair. İran Azerbaycan Türk'ü. 1906-1988'de Tebriz'de yaşamış. Hayatı 19. Yüzyılın, ideolojilerin yüzyılında geçmiş. Aydınlanma çağı denen bitmez hırsın bütün acısını çekmiş. 'Haydar Baba' şiiri yaralı kalplere merhem olmuş, akmış:
"Haydar Baba, dünya yalan dünyadır / Süleyman'dan, Nuh'tan kalan dünyadır / Oğul veren, derde salan dünyadır / Her kimseye her ne verse almıştır / Eflâtun'dan bir kuru ad kalmıştır..."
***
Şehriyar, Veysel gibi;
"Göz yaşına bakan olsa kan akmaz / İnsan olan hançer beline takmaz / Ne yazık ki kör tuttuğun bırakmaz / Cennetimiz cehennem olmakta / Hac ayımız Muharrem olmakta..."
Yaradılış renklidir. Hayata siyah-beyaz bakanlar sabit fikirlerin, ideolojilerin kölesi olur. Aşk ile davranmayı bilmeyenlerin, yaratandan dolayı yaratılana meftun olamayanların ideolojik asabiyetleri hayatı siyah-beyaz algılar.
Göz yaşını görmez, hançersiz gezmez, gezemezler!
Cennetimizi cehennem haline getiren 'Ben ve düşman öteki' şeklinde düşünmektir. Şehriyar'a bakarsak çok uzun zamandır atmosfer böyledir. Çünkü kör tuttuğunu bırakmaz, bırakamaz.
Ondandır zehri atamaz, gözünü açamaz...
***
Şehriyar eser gider:
"Bir uçaydım bu çırpınan yel ile / Yarışaydım dağdan aşan sel ile / Ağlaşaydım uzak düşen el ile / Bir göreydim ayrılığı kim saldı? / Ülkemizde kim kırıldı, kim kaldı?"
Oysa bu dünya çok renkli bir bahçedir. Renk olmadan devridaim olmaz, işler dönmez. Seslerin, duyguların, mevsimlerin, ruhi hâllerin renkleri vardır. Tarihin, ırkların, dinlerin de renkleri olduğu konuşulur...
Mesela Hızır Aleyhisselâm'a yeşil renk nispet edilir. Yürürken arkasında çayır çimen yeşil bir iz bıraktığı söylenir. Hayatın bereketine, diri olanın rengine boyanmıştır. Oradan tanınır.
Öfkenin rengi kan kırmızıdır bence! Mesafenin, yüz çevirmenin rengi limoni sarı. Hafıza renklerden hatırlar, oraya odaklanır. Tabiat renk demektir. Gözünü açıp bunu görenin ruhu şenlenir... Faraza çivit mavisi bize Akdeniz'i hatırlatır. Sefaletin kahverengisi, karanlık Avrupa orta çağının resmini, Bruegel'in tablolarını...
Aşı boyası, firuze mavisi, camgöbeği bir Reşat Ekrem Koçu'dur mesela! İstanbul Ansiklopedisi'dir...
Çin beyazı, portakal, çingene pembesi ve bulut grisi 3. Selim'dir sanki. Boğdurulmuş safran sarısı! Şeyh Galip'in Hüsnü Aşk'ını okuyan bir padişahının bilgelik skalası...
Renkler, sırf bize çalan bir orkestradır. Eflâtun cübbesiyle Platon, Muhiddin İbn Arabi'nin sedef beyazı sohbetine katılır. Vahdet-i vücudun boyasına boyanmayan Yunus Emre'nin taşrasında kalır...
***
Güneş batarken kızıla büründüğü ve Hazreti Mevlâna da gurup saatinde sır olduğu için bu renk 'vuslat' kavuşma rengi olarak benimsenmiştir. Ahmet Haşim buna fecir der, hakkıdır. Renk şenliktir. Ördekbaşı, kumru göğsü, patlıcan moru, şekerrengi, zeytuni, şarabi, karadut...
Bedri Rahmi'nin "Karadutum çatalkaram çingenem" şiiri her daim milleti aşklara gark etmiştir.
Sıklamene 'buhurumeryem' dendiğini duyan ölü, dirilir. Şiir renktir. Ses de renk... Şair, sözcüklerin rengini görendir. Ressam derseniz, renk şairi...
***
Bazı hanımlar bordo rengindedir, bazı beyler acı kahve. Lacivert olanlar da vardır.
Ayna gibi sadece bizi bize gösterenlereyse insan-ı kâmil denir. Öyleleri renksizdir! Çünkü bütün renkleri hazmetmiştir. Biz ona baktığımızda kendi rengimizi görürüz. Ondandır, Anadolu Erenlerinin fazileti ayna vazifesi görmeleridir. Aralarındaki ton farkı zahiridir, şeklidir...
Duyanlar bilir. Rivayet değil aynıyla vâkidir. Vaktiyle bu şehrin üstünden uçan seccadesiyle geçen Şeyh Galip:
"Her renge boyan da renk verme!" Ayna ol birader, diye seslenmiştir...