Hepimiz damdan düşmüş varlıklarız. Fakat bazen bunu unutuyoruz…
Geçen gün sevdiğim bir yazarın narsizm üstüne yazdıklarını okuyorum. Şu diyor, bu diyor, "bilmeden konuşur" diyor, "söz keser" diyor, diyor da diyor. Söylediklerinin alt yazısında nal kadar harflerle "her şeyin en iyisini ben bilirim" geçiyor!
"Ya muhterem sürekli bıdı bıdıdasın, herkesin sözünü kesiyorsun, kendini mi anlatıyorsun, nedir?" diyerekten tam otomatikman arızaya bağlayacak iken…
Birden ayıldım! Tamam da ben neydim peki?
Bildiğimi sandığım konularda söz keserdim, sabırsızdım, konuşup dururdum...
Narsizm denen şey ötekine mahsus bir şey değildi, bizdik biz…
Kişi kızdığı şeylerin kökünü kendinde aramalı, diye geçti içimden…
***
İnsan damdan düşen bir varlık. Gerçi biz tek katlı kulübemizin damından düşüyoruz. Allah kimseyi 10. kattan düşürmesin. O da ayrı mevzu…
Filvâki pozitivist aydınlanma Tanrıyı ve ahlâkı kovarak insanı nihilist bir benci yapmıştır.
Eğer tanrı yoksa her şeye izin vardır, demiş varoluşçuluk kitabını yazan Sartre.
Freud'a göre ahlâk, süper egonun dayattığı bir şeydir ve onun taleplerini yerine getirmek hastalıktır!
Freud, komşunu kendini sevdiğin gibi sev emri yerine getirilemeyecek bir emirdir, diye de devam etmiştir…
Aydınlanma da aslında bu anlamda damdan düşmüştür, bunu da söylemek isterim. Cimri yalnızlık ve kasvetli bedbinlik yaratmıştır. Çünkü insan tüm yaratılmışlara bağlantısı olan bir varlıktır! Bağlantısı yani 'Bir' oluşunu idrak ettiğinde ötekilere düşmanlık değil, sadâkat duyar…
Kuantum fiziğinin bize kazandırdığı görüşe göre, evet bir ilişki kurabilirsem komşumu kendim gibi sevmek mümkündür. Çünkü komşum demek ben demektir! Ben insan kardeşimin parçasıyım. Elimi yaralarsam bütün vücudum acı çeker.
Bütün dinler gibi son kitap da Maide Suresinde meselenin aslını söylemiştir, söyler: Bir masumu öldürmek insanlığı öldürmektir…
Evet bir ahlâki sorumluluğa sahibiz…
"Dünyadan sorumluyum çünkü ben dünyayım" demiş Krişnamurti. Jung'a göreyse eğer dünyada bir şeyler yanlış gidiyorsa, bende bir şeyler yanlıştır demektir. Önce kendimi düzeltmeliyim…
***
O söylemiş, bu söylemiş de asıl sözü Nasreddin Hoca söylemiş.
Bir gün hoca çatıdaki karları kürerken küt diye yere düşer. "Ah" der, "uh" der, ahali toplanır. Kimi dama neden çıktın, kimi kolu kırılmıştır filan diye dırdır eder.
Nasreddin, üstünü başını silkeler "Bana" der, "damdan düşeni getirin, beni ancak o anlar!" Her zaman bu böyle…
Asgari ücretle yaşayanları, dar gelirlileri düşünürüm böyle kritik zamanlarda. Darbeler, sırtlanlarla kapışmalar, göçler, pandemiler, damdan düşmeler. İktisadi olarak iyi dayanan ama zorlanan ülkemin büyük çoğunluğunu düşünürüm…
Hani tankların önüne yatan aslan parçalarını!
Hacizler, icralar, kahredici parasızlık…
Kendimden tecrübeliyim, birkaç kez öyle bir dibe vurdum ki acıdan nefesim kesildi. Zordaki iyi insanları düşünürüm, doymazlığı değil paylaşmayı, yardımlaşmayı. Zenginlerden alıp fakirlere verecek ortak değerleri, merhametin iştirakçi kurumlarını…
Hayat çoğu insan için bir tür damdan düşmeler senfonisidir, bilirim.
***
Kimisinin sevdiği terk eder, kimi dolandırılır, kiminin beklemediği anda bir hastalığı çıkar… Her koyun kendi bacağından asılır lafı yanlış anlaşılmıştır. İyilik yap kötülük bul sözünü zalimler uydurmuştur. Allah cebinde akrep taşıyan zengini sevmez…
İnsan kalbiyle tanımlanır. Ağaçların kedilerin kuşların, taşın toprağın diline âşina olanlara âdem-i mânâ denir.
Ama asıl anlam, yoksula, yolda kalmışa, damdan düşmüşe uzatılan eldir. Bu el haddizatında bizim lehimizedir.
Çünkü biliyoruz, damdan düşenin hikayesi daima senin hikayendir…