Türkiye bir devrim yaşıyor. Ülke devrimi idrak etme çabasında. Gerek üst siyasi hamleleriyle gerekse kültürel arayışlarıyla bu gayretin üstünde koşuyor.
Kültürel iktidar meselesinin çok konuşulmasının sebebi bu. Çünkü makro siyasette istediğimiz kadar dirayetli olalım, güvenlik meselesinde sağlam adımlar atalım… Bilinçaltımız biliyor ki, bir ülkenin zaferi kelimelerle kutlanıyor! Felsefesiyle, zihniyetiyle…
Kültürel yükseliş bir medeniyet idraki meselesi. Ve o noktada cevaplanması gereken soru şu:
Hangi medeniyet?
Tarihi, dizi filmlerle tartışan popüler eğilim yol işaretlerini yanlış yerlere koyarak, bilgiyi tahrif ediyor, kafamızı karıştırıyor.
Bir de üstüne üstlük tarihçiler: Tarih, bir söyleyiş ve inşa faaliyetidir! Dolayısıyla 'tarih' yerine 'tarihler'den bahsedilmelidir. Onun da ötesinde tarihe geleceği, bugünü doğurma görevi de yüklenmemeli. Ondandır, çoğulcu bir tarih anlayışına ihtiyacımız var. Demokrasi eşiklerini aşamadıkça resmi 'tekçi' tarihler üretilmeye devam edecek (*) diyorlar…
Bırakın uydurulmuş tarihi, tarih ilminin ustaları bile tek bir tarih hikayesi yoktur, diyorlar. Tarih çok açılı bir mercekle sürekli okunabilen bir belgedir, evet…
***
Zorlamacı resmi tarihin, Osmanlıyı ve İslam'ı ötekileştiren kusurlu yaklaşımıyla birebir örtüşen bu tiyatrocu tarih ideolojisi, bu üstünkörü temayül, dizilerle tarihi hatırlatma gidişatı, sadece eğlenceli bir patika.
Ana cadde nerde derseniz, o bambaşka bir hadise! Bu işin ilmini yapmış tarihçilerimizi, Ahmet Yaşar Ocak'ları, Kemal Karpatları… Halil İnalcık, Murat Bardakçı ve diğerlerini izlemeliyiz. Belgesellerini yapmalıyız. Tartışmalıyız.
Tekrarlamaktan yorulmadığımız şey şu: Muazzam bir bilgi zenginliğinin, ilim irfanın ortasında yüzüyoruz. Osmanlıca eserlerin tercüme furyası, akademik anlamda dünya çapında bilinen âlimlerimiz… Onları tanımalıyız…
***
İşin en dramatik tarafına gelince…
Medeniyetimiz bilgelerini, ister o mezhep ister bu mezhep ne olursa olsun o beyni ışıklı düşünürleri anlamak yerine, hepsini tek tip figürler olarak, kadılar vesaire bir tür resmi memur gibi resmetmek sakil işler. İçimizi acıtan şeyler…
Biliyoruz, olayın böyle kurgusal protezlerle hallolmayacağı aklı başında olan herkes için aşikâr.
Demek ki diyoruz, mizacımız öyle, düşe kalka öğreniyoruz, tarzımız bu…
***
Hangi medeniyet sorusuna dönersek o hep sırtı açıkta kalmış bir soru!
Akşemseddin kadar Bıçakçı Ömer, Yunus kadar Nesimi, Hacı Bayram kadar İsmail Mâşuki bu medeniyetin unsuru. İslam medeniyet şemsiyesi geniş bir şemsiye. İçinde her meşrebe, her nükteye yer var. Alevi'si Sünni'si. İmam Caferi Sadık'ı Gazali'si….
Çok seslilik, Selçuklunun da Osmanlının da en güzel dönemlerinin bayrağı. Onu batıya öğreten biziz.
Geçmişi unutmamız için üretilmiş sömürgeci tarihin tek düze sayfalarında kaybedecek vaktimiz yok. Yok ama, mesela Bektaşilik denen koca geleneği, o mübarek müesseseyi 'Bekri' fıkralarıyla anan kelimeler de bize uzak olmalı…
Asıl mesele tek tipçi kaba radikallerin üstümüze yağdırdığı düşünsel zehri atmak! Bu selefi fanatizm Anadolu'ya 3 numara küçük gelen bir ceket. Parçalanıyor ama maalesef çıkmıyor!
Anadolu geniş, her üslubu kapsayabilen bol ve rahat elbiselerin ufku. Orası bir kök felsefe.
İstanbul fikriyatı ise geçmişten bugüne gelen çoklu bilgilerin toplandığı başkent. Düşüncenin başkenti.
Mevzuyu en başa bağlarsak:
Tarih anlayışımızda da kültür yaklaşımımızda da Anadolu ile İstanbul'un enerji hatlarını birleştirebilirsek medeniyetin ışığı çakacak.
Bu şehrin insan-ı kâmillerinden Merkez Efendi'nin deyişiyle işte o zaman, her şey merkezine, yerli yerine oturacak…
***
Meraklısına: (*) Bu cümle Şükrü Hanioğlu'nun bir röportajından yorumlandı.