Sevgiye aç olmayan var mı?
Kimse sevmelere doyamaz, sevilmeye kanamaz. Defansı bırakıp konuşursak mesele sarihtir; aşkın taklitlerini bile seviyoruz, peşinden koşuyoruz. Misal, sosyetenin zenginleri menfaat için yanaştığı aşikâr olan dilberlerle aşk yarışında. Magazin böyle projelerle dolu: 'Yalandan olsun ama sev beni, öyle görün yeter ki!' Ne var ki gerçek hayatta insan 'sevgi hasretini' saklar. Ecnebi tabirle 'cool' gözükmek, umursamaz ve müdanasız görünmek biraz böyledir:
Kendine yeten bir kartal!
Bir kartal gibi yükseklerde uçmanın problemi vardır fakat! Her kartala konacak bir dal lazımdır.
Havada yaşadığı söylenen Ebabil kuşuna -rivayet öyledir- Kaf Dağının zirvesinde tünerken rastlanmıştır.
Ondandır 'insan insanın kurdudur' diyerekten dişlerini bileyen en doymazımızın bile bir taraflarından şefkat fışkırır. Köpeklerine köşk yaptıran da görülmüştür bu gezegende, dışarıda gaddar gezinip evde pufidik köşe yastığına dönüşenler de.
Merhamet insanın yaratılışındadır çünkü. Merhametsiz olmaya çalışanları, bunu bir zayıflık olarak görenleri derin ruh acıları bekler.
'Kendini tanı' sözü bu yüzden 124 bin peygamberden insanlığa akmış, durmuştur. En son aklın mahyalarına büyük cihat, 'Kendini bilen rabbini bilir" diyerekten yazılmıştır.
Hem ekonomik hırslarda, hem kişisel ihtiraslarda ondandır, şefkat mühim bir kerterizdir.
Fırtına insanda kopuyor yani, bütün kavganın mekânı o. Allah'ın halifesi olmak meşakkatli hadise.
Öyle esrarlı bir varlık ki insan...
En iyi şeyleri ve en kötü şeyleri yapabiliyor. Mesela ırklar-dinler şenliği bir medeniyeti devletine ram edebiliyor, ardından kalkıp ayrıştırıcı bir nefreti, damarlarına bir felç olarak indirebiliyor. Şaşkınlık bizim temel karakterimiz...
Nefrete değil, aşka muhtaç insanoğlu.
Sevginin, sevdanın sırf bedene indirgenmesi, tensel hazlara indirgenmesi derseniz, yalnız bu çağa mahsus değil derim size. Evet, ama kesinlikle bu çağda moda oldu!