Sözleri Çiğdem Talu yazmış, beste Melih Kibar. Zerrin Özer söylemiş. İnsanın içine işleyen bir şarkı.
İstanbul'a söyleniyor sanki:
"Her şey seninle güzel yolda yürümek bile / Olmayacak düşlerin peşinde koşmak bile / Her şey seninle güzel bu toprak bu taş bile..."
'Şehir' denince aklan gelen tek isimle, İstanbul'la süren bir aşk hikâyesidir bizimkisi. Şu yaza çiçeklenen bahar, boydan boya uzanan parklar. Metrolar, tramvay. Haliç'e dönen balıklar, kıyısında denize girilen şifalı suyun akı. Geylani yeşili, erguvanlardaki eflatun, bilgeliğin renk tayfı.
Bir büyük medeniyet, üstüme serin bir yorgan gibi çektiğim. Bizi büyüten şefkat, bakışımızdaki derinlik, Gülhane Parkı'nda ceviz ağacı olmak...
Her şey seninle güzel İstanbul!
Hastanelerinde doğduk, kapına düştük, sokaklarında koştuk, çamurunda misket oynadık. Seni yakamıza sek sek sekerekten bir lale olarak astık.
Gün batımlarında imkânsız aşklara sardıran gençlik, tombik kadınların pazar torbası ve papatyalı saçlarındaki Boğaziçi havası. Şehri 45 dakikada baştanbaşa kat etmenin modern saygınlığı.
İstanbul, satır satır okuduğumuz kitap, 10 bin yıllık katmerli ümranın fısıltısı...
Kutuplaşma nedir, öfke nedir, hiddet nedir? Herkes biliyor, damarımıza bastılar da darbeleri öyle alaşağı ettik. Yoksa var mı bizden daha ballı muhabbetçi, 'aşgınan' konuşan şair? Hayatı hafifleten nükte, tebessüm ettiren argo ve minarelerinden kallavi bir kalem gibi yükselen sabâ makamı.
Hor baktık mı karıncaya, kırdık mı kanadını serçenin?
Her şey seninle güzel, seninle. Yoksullarına uzatılan el, barksızlarına yapılan ev. Evet, şimdi sıra geldi Mimar Sinan'a. Estetik dediğin böyle geliyor akla, insanın ancak karnı doyunca...
Yorgun muhafazakârlar da gördük, âdeta bir Ahmet Kaya şarkısı dudaklarda.
Dar kafalı nefessizlere, kraldan çok kralcılara da tosladık. Biliyoruz kaknem suratlı sırt dayayıcıları, görüyoruz ilmini kaybetmiş servet tapınıcılarını.
Ama her şey seninle güzel dostum! Her şey seninle.
Genç bir dil kullanamadık, eyvallah. Fazla kapandık kendimize. Kafayı beslemeyi unuttuk da, kireç tuttu sesimiz çaydanlıkta.
Geçer ama bunlar alimallah!
Fakat bak demli bir çay gibiyiz hâlâ, bardağın dibinde kaldı lezzetimiz.
Eyüp Sultan, kumrular, Merkez Efendi, martılar, Sümbül Sinan. Üsküdar'ın arifleri, Kadıköy'ün müstehzi kahveleri. Âlemlere misal olmuş Akşemseddin mesafesi hep bizde. Padişahları ve altınları kapısından çeviren Şeyh Vefa. Fatih'in çoğul daveti. Dünyanın kültür başkenti.
İstanbul. Her şey seninle güzel, senden ayrılmak ölüme benzer.
Görmezden geliyorum sanma! Birilerinin oraya buraya 'Survivor bandı' kurduklarını, bağımsız yazarlara burun kıvırdıklarını...
Ben de üzülüyorum senin gibi inan, Karagümrük'te Nureddin Cerrahi irfanına ilişmiş şehvetperest komedyenlere. Ebleh ecnebi taklitçilere, beyni yer değiştirmiş sazendelere. Onlara 'sanatçı' denmesine.
Ne var ki bunları şımarma sarhoşu eden de biziz, deli parayla bozan da!
Onu diyorum; âlimler konuşsa da, eşref durmak zor bazılarına.
Esas fikrim ise şu: Eski Türkiye'nin maskeli adamlarından bize fayda yok, bunu unutma! Etraf tekin değil, hiç sallanma.
Sözün özü, sen olmadan 'Medeniyet İhyası' ne boş kelime.
"Her şey seninle güzel duyduğum bu ses bile / Yalnız içtiğim su değil aldığım nefes bile..."