İnsanları parasıyla, mal varlığıyla tanımlayan ve hiç de masum olmayan bir söz var:
Kaç paralık adamsın?
Hz. Musa kabilesinden ayrıldığında Allah'tan yüz çevirip altından bir buzağı heykeline secde eden, parayı tanrı eden o cahiliye ruhu var ya, işte onun geri dönüşü:
Paran kadar konuş!
***
Oysa kimin kim olduğu zor zamanda yüreğiyle parlar. An itibariyle gördük, parladı.
Hayatı safi ekonomi ile açıklamaya 'Ekonomizm' denmekte. İlerlemenin, refahın salt ekonomiye bağlanması anlamına geliyor bu kavram.
İktisadi mevzuları derinlemesine okumayı "Aman ya!" diyerekten bırakalı uzun yıllar oldu. Sadece şu aklımda kaldı: Ekonomi, politikadır. Politikanın ne olduğu ekonomik modellere göre anlaşılır.
Marks'ın Kapital'inin alt yazısı şudur:
Üretici güçler gelişir, üretim ilişkileri değişir!
Yani?
Yanisi önce kapitalizm gelecek, destekleyeceğiz.
Ardından sosyalizm gelecek eşit bir refah toplumuna geçeceğiz. Hikâye bu!
Hâlâ bakıyorum birileri bu minvalde konuşuyor. Sosyalizmin yerine müreffeh bir İslam toplumu falan konmuş. Hadi İslam demeyelim, ortam bulanmasın, zengin bir toplum diyelim.
Müslüman ülkelerini bugün süründüren düşünce bu.
Ne var ki bu kafa,
Batı'nın milletleri sömürgeleştirme, beynini alma ve kendi politikalarını onların ruhuna zerk etmesine neden oldu.
Bazı genel kabul görmüş gibi lanse edilen piyasa teorilerinin nasıl tehlikeli bir silah olduğu bu noktada açığa çıktı.
Açgözlülüğe dayanan bir kalkınma fikri baştan sakat. Kapitalizm denen şey, sanal parayla dünyayı yöneten bir avuç ailenin istibdadına dönüştü. ABD gibi lâtan bir diktatörle kapışırken kafayı, gömdüğümüz kumdan çıkarmanın da zamanıdır.
Türkiye elbette söz konusu küresel oyunun içinde yer alıyor. Başka da çaresi yok.
Öte yandan var olan ve dayatılan hukuk, serbest ticaret ve serbest dolaşımı vazederken gerçek hiç de öyle değil, biliyoruz. Hepsi koca bir yalan.
Yalandır, fakat bu sistemden çıkmak aforoz edilmek ve yok edilmekle birlikte anlaşılır.
Dünyanın yüzde 99'u yüzde 1 tarafından yönetilirken, bu düzene hayır diyen büyük kitlelerin maalesef alternatifi yok. Sosyalizm, bir Batı oyalanması olarak deşifre edilince son umut da kayboldu.
Çağın sorusu şu: Kurutuluş ümidi var mı?
Biz Anadolu'yuz, dinimiz, kültürümüz gereği umudun yolcularıyız. Nihilizm, kötümserlik bizden uzak.
Şunu görüyoruz tabii, 'Demokrasi ve özgürlükler' kavramı artık sırtlanların saldırısını gizleyen bir örtbas hareketi.
Yanan yıkılan Arap ülkelerinde, her yerde gözlemlenen kederli bir vaziyet.
Burada büyük, kapsayıcı bir medeniyetin varisi olarak Türkiye merkezde! Demokratik insani değerleri reddederek değil, bizatihi içini doldurarak yürümek durumunda ve yürüyor.
Kötü günde yanımızda kimin olduğu da 'hasımlığa değil hısımlığa' doğru bakmamız için bir işaret.
Katar ve ortak dinin sokakları...
Müslüman coğrafyanın -bana göre dünyanın tüm mutsuzlarının- ümidi bizde.
Başkan Erdoğan'ın ta o zaman, Mübarek'i devirmiş Mısır Parlamentosunda vurguladığı mutedil 'laiklik' nedense unutuluyor, unutulmamalı!
Fikir özgürlüğü ve demokratik cumhuriyet vurgularını ise es geçmemeliyiz. Seçtiğimiz kişinin temsil ettiği milli irade, vakur bir cumhuriyetin izzetinefsinde dikiliyor, verdiği sözleri tutuyor.
Katı selefi korkular ve zamanı okuyamamanın içe kapanma devri çoktan geçti.
Son yaptırım teranesinde tavrımız tam da böyle oldu. Sakin bir dil ve yerinde karşılıklar.
Sonucu görüyoruz!
Sonuçta saldırı maldırı bize vız geldi, göğsümüz ilerde.
Bir tarafımız üstümüze gelinirse yiğitbaşı, tehdit edilirsek cengâver. Beyni cebinde bir halk olmamak hepimiz için büyük onur.
Yavaş yavaş doğruluyoruz elhamdülillah.
Kaslarımız yerini buluyor. Zihnimizde bir bulanıklık, bilgelerimizin adını daha yeni hatırlıyoruz. Ama dur bakalım, henüz yeni başladık!
İnsanlar da ülkeler de sanıldığının aksine parasıyla değil; ahlakıyla, şerefiyle, fikriyle, merhametiyle tanımlanıyor.
Biz bunun için Hak aşığıyız.
Bu vaktin evladıyız. Biz kazanacağız...