Arkadaşım İrfan kütüphaneleri mesken tutar. Oralarda vakit geçirir. Kitap okur, muhabbet eder.
Tabii o gün telefon gelmezse, eski kitap işi olmazsa! Kendisi sahaflık kitap toplar ücra hurdacılardan. Ekmeği oradan. İşi o.
En güzeli neresi dedim. Taksim Kütüphanesi dedi. "Gümüşsuyu'ndaki. Hem 7-24 açık, hem sabah bardakta çorba veriyorlar, çay da 50 kuruş. Manzara da, biliyorsun 10 numara!"
İrfan ki asla online değil. Yok sosyal medyada! Mail çekemezsiniz ona. Messenger filan boşuna.
Bozuk bir telefonu var, bir tek bilen arar oradan. Duyarsa yanıtlar, duymazsa bakmaz cevapsız çağrılara. Nasip değilmiş der, geçer.
İnternete Orhan Kemal Kütüphanesi'nden giriyor, bedavaymış. En başta Engin Ardıç, bazı köşelere göz atıyor, dergi okuyor orada. Serbestiyet'e, El Cezire'nin sitesine bakıyor. Kafadan reisçi! Onun dışında, kasabalı kafasıyla olmaz bu işler demekte. Cemil Meriç talebesi. Tarihten konuşur. "İslamcılık da, sağcılık da, solculuk da, ırkçılık da ideoloji. Deli gömleğidir giymem!"
Yeni Türkiye sevdalısı. 15 Temmuz'da havaalanına yürüyen kafiledendi. Yetişememiş ayrı mevzu. Sigarayı bıraktı. Modern Müslüman. İstanbul aşığı. Sağlam zeka.
Bütün bunların haricinde yok ortalarda! Sanal alemde izi yok.
İstediği zaman konuşur. Dili ağırdır, kaldırabilirsen dinlersin. Söylediklerini başkasına aktarmayacaksın ama! Bir keresinde ettiği bir latifeyi, "muhafazakâr okumuş yazmışlar kuvözde yetişti. Sokağa, hayata yabancılıkları oradan" demişti de, geniş algılı bir arkadaşa espri olarak aktarmıştım saf gibi. Tek kelime etmeden silmişti beni.
İrfan o kadar tehlikeli yani!
İrfan kütüphaneleri ofis eder kendine. Bir de gizli çay bahçelerini. Taze fasulyeyi çok güzel yapar. Kabak dolmasını da söylüyor ama yemedim, bilmem. 80-90'larda, deli gecelerin bitiminde, Tünel'deki Mevlevihane'de, Şeyh Galip'in türbesinin yanında uyurdu. "Gel gidelim derdimizi Şeyh'e anlatalım" derdi. Duvarı yıkıktı dergahın o yıllar. Sonra para buldu, aylık bir gazete çıkardı 2. sayıda battı!
İlk köşemi orada mı yazdım, hatırlamıyorum. Ama kapak sayfası benden sorulmuştu. Sanki 19. yüzyıldan bahsediyor muşum gibi geliyor bugün. Zaman eskiyince, geçmiş bir eğlence...
İrfan şimdi eski, değerli kitap avlıyor hurdacılarda. Aynı gün satıyor. Allah'a şükür diyor yine rızkımızı verdi. Çayı kıtlama içiyor. Kesme şeker yoksa mutlaka arıza çıkarıyor. Ertesi gün kütüphanenin bahçesinde biriyle tanışıyor. Gönül alıyor, kalpten kalbe bir yol bulursa konuşuyor. Yoksa susuyor. Böyle yaşıyor.
Hangi kitaplar düşüyor, diye sormuştum bir keresinde. "Etiler-Bebek hattında en çok Orhan Pamuk, Elif Şafak, bir de bestseller'lar" demişti. Bugünlerde bütün semtlerden sağanak halinde FETÖ'cülerin kitapları düşüyormuş. Almıyoruz diye gülüyor, öyle gidiyormuş çöpe!
İrfan coşku dolu bir insan. Bir nükte patlatıp kahkahayı attı mı güvercinler havalanır meydanlarda.
"Daha yeni kalkıyoruz ayağa. Kolay mı kaç yüz yıldır tiyatro oynanıyor burada. Bu işlerin temeli ta meşrutiyette atıldı. Derviş Vahdeti, Volkan gazetesi. İslam görünümlü İngiliz ajanlığı. 60 darbesinden sonra laikçiler, solcular cehaletin piyonu oldu bu oyunda. Sen de fazla sert girme mevzulara. Bu bizim adama Allah uzun ömür versin, yoksa yemin billah kalırız batakta!"
İrfan, Doğu'nun adamı. Erken yaşta gelmiş Beyazıt'a. Hiç evlenmedi. Annesi vefat edince babasına baktı senelerce. Babanın cenaze namazında şehrin bütün serdengeçtileri kıyama durdu. Öyle...
İrfan'ın hikayesi bitmez. Maceraları kitap olur bir gün belki de. Ya da kendi halinde gezen çoğu dervişane karakter gibi sessizce geçer gider bu şehirden.
Biliyorum ahiret göbek adımız bizim. Ama İrfan giderse öksüz kalacak bu sokaklar, bu Cadde-i Kübra.
Bilir misiniz; lafı edilip kendisi bir türlü inşa edilemeyen medeniyet "irfandır" aslında...