Tramvayda karşımda oturan kız ıslak ıslak bakıyordu. Sanki biraz önce ağlamış ya da yeni uyanmış gibi. Mahmur bir kız çocuğu.
"Ser saçlarını sinem üstüne, gecenin nemi mi düşmüş gözlerine?" diyesi geldi, diyemedi yanımdaki genç oğlan.
Ben duydum ama!
O kulaklığındaki müziğe gömüldü. Ses dışarıya cızırtıyla yansıyordu.
Yanık bir geniz, tütünlü söylüyordu orada: "Sensiz Olmaz!"
Müslüm Gürses'i düşündüm.
Cenazesi Teşvikiye Camii'nden kaldırılırken arkasında yürüyen Karakafaların kafelerde oturan Beyazlara "Hey sosyete kalksana, Müslüm Baba geçiyor baksana" diye bağırışlarını...
Biz birilerine "sensiz olmaz" diyorduk onlar bize sırtlarını dönüyor, uykuda ensemize kurşun döküyorlardı. Bu daima böyleydi. İşimiz zordu.
Toplu taşıma araçlarına binmeyen, bir hastalık kopacağından korkan insanlar geldi aklıma.
Dindar veya seküler olmanın ruh ortaklıklarını bozamadığı insanlar. Kötülükte birleşiyorlardı ama iyiliğe gelince yan çiziyorlardı.
Hiçbir şey bizim istediğimiz gibi olmuyordu. Hayatın genel akışında herkes bir şekilde yalan söylüyordu.
Sosyal medya hırçın bir yalnızlığı, siyasi çatışma yalanı şişiriyordu.
Kimi malumat sahipleri dar çemberlere kapanmış birbirini aldatıyordu. Kimileri boş hayatlarına bir lidere duydukları nefretle anlam katmaya çalışıyordu.
Her yenilgide içlerindeki yırtıcı hayvan daha da büyüyor, kendi ciğerlerini yiyordu. Etrafta ciğersiz insanlar dolanıyordu.
Kimisi yemeye, içmeye, mal biriktirmeye dadadanmış, beden mülkünü genişleterek mutluluğa yer açacağını sanıyordu.
Obez olmuş bir bencillik şehrin tuvaletlerini tıkıyordu.
Her yağmurda şehrin rögarlarından fışkıran şey ya da Kadıköy sahillerini basan o lağım kokusu aslında bu psikolojinin kokusuydu...
Geçen gün yaşadığım adanın arkasındaki mutedil plajda "Ben Anadolu çocuğuyum ulaaan!" diye bağırdı sakallı bir genç. Bas bariton bir posta koydu.
Arka masada iki arkadaş baş başa vermiş ucuz şortlarıyla bira içiyorlardı. "Noldu abe?" diye geldi göçmen Azeri. Bermudası pança pinçikti.
"Lan" diye dikleşti bizimki. "25 kuruş eksik diye tuvalete sokmadı bu lavuk beni!"
"Lavuk" diye işaret ettiğine baktım. Kavruk, dazlak bir Suriyeliydi. Şaşkındı, tepkiden korkmuş, omuzları çökmüştü.
Bağrı yanıklar meclisi birbirine girdi girecekti! "Pörsümüş Şort Kardeşliği" bir ideal olarak uzaklara çekilmişti.
Güneşte çalışmaktan kayış gibi siyah, Adalı bir garson, "Abi ona öyle söylemişler, Türkçe bilmiyor, kusura bakma sen" diye yetişti de, arayı buldu. Ayaklarında Miami tokyoları vardı.
Tenhada kankasıyla çok bira içmiş, cüzdanı tüketmiş gururlu delikanlı -artçı bir dalga gibi ama bu kez- çıkıştı yine de gariban şortlara: "Sevildiğini bileceksin. Ne demek ulan!"
Ben önüme eğilmiş kederli, uzun bir adamdım. Eski pantolondan yaptığım kısa şortun cebinde kalemim vardı. Bir deftere pazar yazısının notlarını alıyordum.
"Geçer bunlar be güzelim, büyürsün sen de!" diye geçti içimden. Ama kılım kıpırdamadı! Ne olur ne olmazdı...
Eski zenciler, yeni zencileri beğenmiyordu. Kimse geçmişiyle yüzleşmek istemiyordu.
İnsanlar
da ülkeler de böyleydi. Yoksullar parayı buldukları an yoksullardan tiksinmeye başlıyorlardı.
Her şeyin ücreti vardı artık. Kaç paralık adamsın, kaç paralık köşe yazarısın lafları ortalarda fiyat listesi olaraktan uçuşuyordu. Evlilik programlarında açık arttırma usulüyle eş aranıyordu...
Tramvay yola devam ediyordu. Islak bakan kız durakta inmişti. Vagona üstesinden gelinebilir bir efkâr sinmişti. Klimalar serinlik üflüyor, insanın inesi gelmiyordu. Yanımdaki Müslümcü telefonuna bakıyordu.
"Hayat büyük bir şenlik" diyeceğime "hayat berbat" diye geçti içimden. Bir beyin sürçmesi olmuş, ağzımdan öyle çıkmıştı. Yanımdaki delikanlı kulaklığı çıkardı bana baktı.
Sesli söylemiştim demek ki!
"Bu da geçer abi, nerelerden geçtik biz" dedi, "kalbini bozma sen!"
Oğlanın kara, hüzünlü gözlerine baktım. Benim kelimelerimle konuşuyordu. Baktığım yerde bir kalp gördüm, atıyordu.
"Eyvallah, sağ olasın" diye güldüm.
Uzaktan bakan için; biri kel, biri bol saçlı iki Karakafa susmuş, yan yana oturmaktaydı.
Gözlerine çiğ düşmüştü. Elleri gayriihtiyari kalplerindeydi...
Birden hatırladım!!! Bir Cem Karaca şarkısıydı bu! Biraz önce çekip giden mahmur kız gerçek değildi, bir hayaldi.
"Gecenin nemi mi düşmüş gözlerine
Ne olur ıslak ıslak bakma öyle
Saçını dök sineme derdini söyle
Yeter ki ıslak ıslak bakma öyle..."