Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

Kadir Kıymetbilir

İstiklal Camiası, Nişantaşı People, Yukarı Mahalle, Beyaz Kültür denen popülasyonun bir yaka süsü, bir bar yemişi gibi taşıdığı kitaplar şahsiyetime yataklık etti. Beni büyüttü. Saklayamam...
Biliyorum elbette kitaplar insanın zihniyetini öyle kolayca değiştirmeye yetmiyor. Çünkü insan, ne okursa okusun, 'bildiğini' okuyor.
Nereye bakarsa baksın, iliklerine işleyen içinden çıktığı sınıfın filtresinden bakıyor, görmek istediğini görüyor. Ama aynı kitaplar benim gibi bir yırtık defteri, bir zor hayatlar sihirbazını, mükemmeliyetçiliğiyle yüzleşmiş bir cahili elini ayağını bulur hale de getirebiliyor. Tashih edebiliyor, düzeltebiliyor.
Eskiye bakıyorum da. Enli ensiz bir tel sesi vermekten başka bir şeye yaramayan entel güruh, ellerindeki hazinenin, ne kadar şanslı olduklarının farkında bile değillerdi. Ana babalı büyümüş, pahalı oyuncakları olmuş, aileleriyle tatillere, Avrupa seyahatlerine gitmiş ve iyi okullarda okumuşlardı.
Fakat daha ana rahmine düşerken alayının damarına bir sıkıntı virüsü zerk edilmişti sanki.
Hastaydılar. Her şeyden bir bedbinlik, bir umutsuzluk çıkarıyor "ondan şikâyet / bundan şikâyet / ne iştah kaldı / ne de afiyet" dırdırında yaşıyorlardı. Bezgin, şımarık, mızmız ve tembellerdi. "Nihilist" diyorlardı kendilerine, yalandan "anarşist" diyorlardı. Bir matahmış gibi ecinni olmakla övünüyor, gece iki tek atana kadar günlerini homurdanarak geçiriyorlardı.
Oysa ben ruhsal olarak bir Çocuk Esirgemeliydim! Öksüzdüm. Görmemiştim.
Ortadaki nimetin tabii ki erken farkına varacaktım. Enayi miydim yani? Geç bulmuştum, çabuk kaybedemezdim. İşin peşini bırakmadım.
Elime ne geçtiyse okudum. Her kitap beni başka bir kitabın adresine yolladı. İki elim kanda olsa, gece hayatından turşum da çıksa, ne olursa olsun okumayı bırakmadım. Her vakitte, elime geçen her fırsatta okudum, okudum, okudum.
Dünyada bu kadar şahane insan yaşamış ve yazmıştı ha? Ne hayatlar, ne idealler, ne zamanlar anlatılmaktaydı, pes!
O adına yazar denen muhteşem varlıkların üç kuruşa herkese sunduğu tecrübeyi, sözcüklere kurumuş dudaklarımı dayayarak kana kana içtim, içtim de doyamadım.
Yukarı Mahalle'den bana kalan ve pişman olmadığım tek bir şey varsa, o da budur; kitaplardır...
İçimdeki ihtiyar -adı Neyzen- "Nasibin varmış. Kısmetli adammışsın. Muhabbete nail olmuşsun. Bir veli himmet etmiş sana. Sen kendini berhava etmek için çok gayret sarf etmişsin mamafih. Amma içindeki ilahî yazılım çökmediğinden, sözü, hikmeti duymaya devam etmişsin. Şükredeceksin!
Hal ve gidişini tekâmül ettireceksin" diyordu bu konuda.
Himmet meselesinde haklıydı! Ta sahipsiz çocukluğumda, sonra da o haz ve şaşkınlık ve "kara-medya" kapılarında o kadar çok kavga etmiş, kurşunlanmış, katil suratlı heriflerle öylesine kapışmıştım ki. En beteri, seçkin vampirellaların (Jalelerin!) erkeği erkeğe düşüren entrikalarının ortasında...
Eğer bir güç tarafından korunmasaydım, şimdiye ya hapiste ranzadaydım ya da imamın kayığında.
Çünkü ego dediğin şişede durduğu gibi durmuyordu. Durumum, Hollywood filmi seyretmekten beyni yanmış, kendini sarışın mavi gözlü zanneden acınası zencilerin durumuna eşitlenmişti. Kayış gibi esmer bir fıtrattım oysa!
Yaptığının ettiğinin bu dünyada mutlaka bir karşılığı vardı. İnsan, ne halt yemişse, kiminle takılmışsa, nasıl yaşamışsa, hangi havalara girmişse, kalibresine göre bir fatura çıkartılıyordu zatına. Kişiye özel, adrese teslim bedellerdi bunlar.
Mutlaka çıkartılıyordu fakat. Kaçışı yoktu, ödüyordun!
Onun için bu hususta dikkatliydim. Kıymetini bilmez isen "değer" senden alınıyordu. Azap, bereket mevzuları, mühim mevzulardı.
Hasılıkelam, yok Batıni, yok ezoterik, yok tasavvuf öyleymiş de böyleymiş, orasını bilmem. Uydurulmuş rivayetlerin, uydurulmuş dinlerin, saltanatlara kapıkulu edilmiş ritüellerin, meleklerin cinsiyeti üstüne tartışan Bizans dindarlarının yanından arızalı bir rüzgâr gibi geçerim. Bir "Hayatı Kullanma Kılavuzunun" aşkında sokaklara, caddelere, batan güneşe, kızaran sabaha, küçük kız çocuklarının saçında uçuşan kurdelelere bakarım.
Olan biteni fark edebilenler için çok işaretler, ayetler asılıdır gerçekten de bu hayatta, bilirim...
Onu diyorum. Bir gün, bir Ramazan günü, Kadir Gecesi diyeyim. İlham beni seçince, seçip sırtıma elini koyunca, kendime bir de isim buldum. İçimdeki parkın balık-ekmekçisinin peçetesine yazdım bunu:
Ve bu gece, ömrümün git gelinden bir misal, ışıklı evliyalar inecek gönlümün yeşil parkına. Parktaki evsizlerin, garibanların, kalbi kırıkların, incitilmişlerin üstüne inecek. Kapıları şırak diye açan gizli duaları ayaklarında taşıyan güvercinler konacak avuçlarıma. Ben sizi bilmem, eğer mümkünse, tadilâtı çoktan bitmiş Arap Camii'nde olacağım. Bildiğim bir Bizans geçidiyle sır gibi karşı limana çıkacağım. Alnımı yıldızlara vuracağım, adımı "Kadir Kıymetbilir" koyacağım...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA