Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Oturup estetik çalışmak...

Hiçbir sermaye şahsın kendisine ait değildir. O paranın mülkiyetini muhafaza eden kişidir. Parasal sermaye de kültürel sermaye de kolektiftir ve bütün toplumundur. Dolayısıyla sanata para harcayan kişi kendi tercihini yansıtır ama ülkenin, gelecek nesillerin parasını harcar. Estetik birikimini meydana getirir

Bundan 30 yıl öncesini anımsıyorum. İki olayla birlikte. Birincisi İstanbul Bienali'nin başlamasıydı. 1987 yılında yapılmıştı ilki.
Kimseler bilmiyordu bienalin ne demek olduğunu.
Sanat dünyasından tek tük kişi o güne kadar Venedik Bienalini gidip görmüştü.
1972 yılında başlamış ve sanatın (o zamanlar 'çağdaş/güncel sanat' kavramı hemen hemen hiç kullanılmıyordu, Türkiye'de de dünyada da...) öncü kurumlarından Kassel Documenta'yı bir kere olsun izlemiş olanlarımız var mıydı, emin değilim. Sanat dünyasından birçok insanın bana "Bienal ne demek yahu!" diye sorduğu dün gibi aklımda.
O bienalle ilgili daha o günlerde yazılar yazmıştım. Daha sonra da Türkiye'de Çağdaş Sanat 1980-2000 isimli kitabımda uzun uzun değerlendirdim.
İkincisi o gün bugündür gittiğim Madrid'deki Arco sanat fuarına katılmıştım 1989 yılında. Bir fuarın ne demek olduğunu itiraf edeyim ben de bilmiyordum. Hakkında epey bir şey okumuştum. Ama 1989 yılında fuarlar dünya için de Türkiye için de çok 'garip' kurumlardı. Basel'i bilirdik ama o dahi bize bir şey söylemezdi.
Aradan geçen zamanda dünya da Türkiye de değişti. Bienal yerleşti. Bu seneki daha da ilginç bir noktaya geldi.
14. Bienal bütün şehri kullanıyor. Adalara kadar uzanıyor. Müthiş bir zenginlik ve kazanç. Daha da ilginci, bu yılki bienalin küratörü Carolyn Christov-Bakargiev 2012 yılında yapılan Documenta'nın da küratörüydü. Nereden nereye diyeceğim. Hatta bu uzun tarihle ilgili bir ilginç saptama daha yapayım.
1997 yılında düzenlenen ve küratörlüğünü sevgili dostum Roza Martinez'in yaptığı bienalde Aya İrini'ye Louise Bourgeois'nın bir heykeli koyulmuştu.
Onun meşhur Anne adını taşıyan devasa örümceklerinden biriydi. Görüldü, görülmedi, bilemem.
Ama bu yıl Akbank Sanat'ta bendeniz Bourgeois'nın koskocaman bir sergisini düzenledim. Hem de bienalle aynı günlerde başlatarak.
Geçen hafta Londra'da Frieze Sanat Fuarı'nı dolaşırken bu tarihi aklımdan geçiriyordum. Sanat fuarları arasında artık Basel'den sonra en etkileyicisi sayılan Frieze 10. yılını kutluyor. Biz de 12 Kasım'da Contemporary Istanbul sanat fuarını 10. kere açacağız:
İstanbul'un dünyayla sanat üstünden eklemlenmesinin bir başka göstergesi.
Frieze dört yıldır bir de tarih öncesini, klasik dönemi, modern sanatı kapsayan başka bir fuar düzenliyor: Frieze Masters. Bu 'ustalar' bölümünü de dikkatle gezdim gene. Sadece ben değil iki fuarı dolaşan diğer insanlar da karmaşık duygular içindeydi. İki fuar insanlara klasik ve çağdaş yapıtlar arasında mukayeseler yapma olanağını veriyordu. (Klasik derken tarih öncesinden 1970'lere kadar olan sanatı kast ediyorum.) İtiraf edeyim ki, bu karşılaştırma bazı kuşkuları da içermekteydi.

DEKORATİF SANAT

Her şeyden önce fiyatlar şaşırtıcıydı.
Tarih öncesi buluntulardan, o canım Mısır-Helen sanatının örneklerinden başlayıp Rönesans desenlerinden, Rembrandtlardan, Bruegellerden, Matisseler, Picassolar, Schiellerden, Groszlardan, Christolara kadar uzanan büyük Avrupa sanat tarihinin en parlak isimlerinin yapıtları çağdaş sanatın yapıtlarıyla mukayese edildiğinde üç otuz paraya satılıyordu.
Elbette bu başka bir anlayış, kültür ve tercih. Demek istediğim dünya da 'ustalar' sanatını çağdaş sanat ölçüsünde 'savunmuyor' bugün.
İkincisi, evet, çağdaş sanatın fiyatları.
Bu başlı başına bir meseledir. Önce en kabasından fikrimi belirteyim. Eğriye eğri, doğruya doğru, nedenlerini ne ölçüde bilsem de, bir Warhol, bir Koons, bir Kusama yapıtına verilen o fiyatı aklım da, içim de almıyor. Hele yapıtların git gide daha fazla dekoratif olmaya başladığı, modern sanatta görüldüğü üzere bir kavramın, bir üslubun, bir malzemenin, bir yöntemin sorgulanmasına, irdelenmesine, çözümlenmesine dayanmayan bir anlayış, tavır ve tutumla belki sadece bir estetiği, bir duyarlılığı yakalamaya çalıştığı yapıtların o fiyat mertebelerine ulaşması pek öyle benimsenecek bir pozisyon değil.
Sanatın bugün en geniş planda 'pop sanat'ın bir uzantısı olduğunu, küreselleşmenin ilk döneminde getirdiği büyük kavramları terk ettiğini biliyoruz.
Bu yaklaşımla üretilen sanatın dekoratif olmaktan öteye gidemeyeceğini vurgulayayım.
Sanat zihinsel, kültüre, toplumsal bir arka plana sahipse kalacaktır.
Bu boyutu ihmal eden yapıtın fiyatı sadece fiyattır.
Bunlar genel saptamalar.
Şimdi gelelim kendi meselelerimize. Fuarı gezerken bazı eşe dosta rastladım. Bazıları özel olarak bu sergi için gelmiş. Yukarıdaki tarihi yaşamış ve anlatan birisi olarak nasıl sevinmem?... Bu bana Türk koleksiyonerliği üstünde bir kere daha düşünme fırsatı verdi. Hele 'Ustalar' bölümünü gördükten sonra bu konudaki görüşlerim daha da yoğunlaştı.
Müzelerimizi yeni yeni kuruyoruz.
10 yıl önce hiçbir şeyimiz yoktu. O müzelerde ve galerilerde muhteşem sergiler açıyoruz. Türkiye'de üretilen, galerilerde sergilenen sanatın 'eşzamanlılık' açısından dünyadakinden zerre kadar farkı yok. Fazlası bile var. Gene de Türkiye'deki kolektif sermayenin sanat yapıtı bakımından biraz savrukça harcandığı kanısındayım.
Bir defa yerleşik isimlerin yapıtı neredeyse hiçbir koleksiyonda yok. Modern sanattan hiç kimsenin, evet bir tek ismin bulunmadığı bir 'Türkiye koleksiyonu' düşünemiyorum. Buna devlet ve özel müzeler de dahildir. Daha ileri gidebilirim.
Türkiye'deki koleksiyonların temel meselelerini ele alabilirim.
Onu başka bir yazıya bırakıyorum.
Sadece işin bu yanı üstünde duracağım.

TÜRKİYE'DEKİ ESTETİK BİLİNÇ

Koleksiyonerlik tarihimizin Batı klasik veya modern sanatını içermeyişinin nesnel nedenleri konusunda hayli mürekkep harcadım. Tersine, bu durumu Türkiye'deki estetik bilincin oluşumunda başlı başına bir unsur olarak görmek gerektiği kanısındayım.
Tüm bu koşullara rağmen bugün yeni yetişen veya bir önceki kuşaktan gelip yavaş yavaş çağdaş/güncel sanata yönelen isimlerin girişimleri ve çabalarıyla daha kalıcı, yerleşik olması ancak ve ancak Türkiye'de o birikimin şu veya bu ölçüde, şu veya bu kesimde mevcut olmasıyla mümkündür.
Yani, haydi klasik dönemden hiç yapıt yok anlıyorum ama Duchamplar, Beuyslar, Christolar, Amerikan sanatçıları da yoksa Kieferler, Richterler, o son zamanlarda nedense çok sevdiğimiz Craggler, Kapoorlar, hele hele çok önemsediğim Kounellisler de pek fazla bir şey ifade etmez. Eder elbette ama o başka bir muhakemenin meselesidir.
Tekrar edeyim: hiçbir sermaye şahsın kendisine ait değildir. O paranın mülkiyetini muhafaza eden kişidir.
Parasal sermaye de kültürel sermaye de kolektiftir ve bütün toplumundur.
Dolayısıyla sanata para harcayan kişi kendi tercihini yansıtır ama ülkenin, gelecek nesillerin parasını harcar. Estetik birikimini meydana getirir.
O birikimin değeri ancak bir kolektif bilinç ve kolektif estetikle sağlanır. İşte onun şartlarından bahsediyorum. Bu da bir kültür ve eğitim meselesidir. Çağdaş sanatı sadece göre göre beğenip biriktirebilirsiniz.
Ama şu andığım kişileri beğenmek, sevmek sadece kültürle ilgilidir ve ona bağlı nedenlerle. Bu da oturup çalışmak, öğrenmek demektir. Gerisi yığma yapı gibi yığma koleksiyondur.
Ben çağdaş sanatla uğraşırım. Ama bilseniz o Ustalar bölümü ne kadar zengin ve etkileyiciydi. Kolleksiyonerlerimize, zenginlerimize, sermayedarlarımıza duyururum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA