Edebiyat tarihimizi bir kültür tarihi olarak ele alan kaç yapıt var bilemiyorum, bir çırpıda sayamıyorum. Aklıma dönüp dolaşıp Tanpınar'ın XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi geliyor. O aslında bir kültür tarihidir. Edebiyatçıları toplumsal ve siyasal değişimlerin içine yerleştirir. Hatta diyebilirim ki, kitabın bu kısmı edebiyata ayrılmış kısmından daha azdır. En azından bu bölümün ağırlığı altındadır.
Bu biraz bizim edebiyat tarihi yazıcılığımızın sorunudur. Ama işlerin değişeceği kanısındayım. Bazı üniversitelerde devam eden Türk edebiyatı bölümleri geleneksel anlayışı yakında büsbütün parçalayacaktır.
Geçenlerde neredeyse bütün mecralarda Tevfik Fikret'in 100. ölüm yıldönümü olduğunu okuyunca bu sorunu düşündüm. Baktım, o yazılarda, Tevfik Fikret hayli yavan bir biçimde ele alınıyor. Çok 'standart' bilginin tekrarından öteye gidilmiyor.
Fikret'in şiirini şiir ve ideoloji olarak ikiye ayırmak mümkün. Önce şiir kısmına bakalım... Bildiğiniz gibi, Osmanlı şiiri Divan edebiyatı kalıpları içinde yazılıyordu. Mazmunlar bir yandan, vezinler öteki yandan bu şiiri tayin ediyordu. Derken toplumsal değişmenin getirdiği zorunluluklar, o sistematiği anlatmak için yapılan kurgular sadece şiirin değil bütün sanatsal ifadelerin değişmesine yol açtı.
En büyük bestekarlarımızdan ve toplumsal dönüşümü başlatan padişah III. Selim'in besteleri, şarkıları bile o dönüşümü yansıtır. Modeller, formlar, sesler küçülmüş, sokağa açılmış, zenginleşmiştir. Kayahan Özgül'ün Arayışlar Devri Türk Şiiri Antolojisi ve Divanyolu'ndan Pera'ya Selametle Modern Türk Şiirine Doğru kitapları bu farklılaşmanın şiirde ve edebiyatta nasıl oluştuğunu gayet güçlü bir biçimde gösterir. Bu işin kaynağı 1789'a kadar gider. Sonra dünyanın yeniden edebiyat olarak keşfedildiği Tanzimat geliyor. Ardından Edebiyatı Cedide, sonra II. Meşrutiyet, Cumhuriyet... Şiir artık dünyanın malı olmuştur. Ve bu öyle sanıldığı gibi sadece çok geç dönemlerin işi değildir. Hâlâ Divan edebiyatı kapsamında ele alınabilecek isimler de şiiri nesnelerle, olgularla, düşünceyle tanıştırıp iç içe geçirmiştir.
TOPLUMSAL EDEBİYAT
Tevfik Fikret bütün önemli şairler gibi tam kırılma noktasında ortaya çıkan bir isimdir. Şimdi Servet-i Fünun (veya Edebiyat-ı Cedide) şiirinin genel özelliklerini sayıp dökmenin alemi yok. Kaldı ki, Fikret de o alanda bana göre bir süre, ilk döneminde, oylanmış, daha sonra toplumsalcı yanı ağır basan bir şiire yönelmiştir. Beni de asıl bu ilgilendiriyor.
Tevfik Fikret'in şiirine gelindiğinde edebiyat artık her düzeyde toplumsaldır. Bu bizim modern geleneğimizin en önemli yanıdır. Nedeni Tanzimat edebiyatının ve bir bütün olarak Tanzimatın toplumsal bir hareket olarak doğmasıdır. Gazetenin çıkarılması, tiyatronun gelişmesi, romanın ve öykünün doğuşu tamamen toplumsal alanın teşekkülünü hazırlar. Şiir bütün bu oluşumdan uzak değildir. O da gelir bu şablona yerleşir. İster istemez de toplumsal bir damar kazanır.
Ama bu öylesine güçlü bir damardır ki, bakın Türkiye'de belli bir çevrenin bağrına bastığı, çığır açıcı gördüğü, başka bir çevrenin de yakın zamana kadar şiddetle reddettiği Mehmet Akif de toplumsal oluşumun ve bilincin merkezinde yer alır. Tamamen içe dönük tek tük şiirleri olsa bile, Akif de tepeden tırnağa bir toplumsal şiir yazmış, o da kendi inanışı, inancı, görgüsü ve yorumu doğrultusunda bir toplumsal mühendislik gerçekleştirmiştir.
Tevfik Fikret bu anlayış doğrultusunda şiirini serbest nazıma (o dönemde serbest müstezat deniyordu) yaklaştırdı çünkü artık bir şey 'anlatmak' istiyordu. Toplumu ve sorunlarını anlattı. Bu onun ilk çıkış noktasıdır. Kendisinden sonra gelen kuşakları da Yahya Kemal'den Nazım Hikmet'e kadar bu yöndeki anlatımı ve biçim yenilemeleriyle çok etkilemiştir.
İkincisi daha da önemlidir. Ona da ideolojisi diyelim. Henüz o kaynakları yeterince bilmiyoruz ama Servet-i Fünun geleneği zaten pozitif bilimlere kapıyı aralamıştı.
Bu Pozitivizm meselesi bitmez tükenmez bir konudur. Birçok yanı, köşesi, yüzü vardır. Ama iki önemli özelliği galip gelir. Birisi bunların dünyayı somutlaştırmak ve sadece dünyanın bilgisiyle açıklamaktır. Metafizik her türden yaklaşım reddedilir. Abdullah Cevdet'in İçtihat dergisi bu konularda başı çeker. Ateizme kadar varan bir anlayışla dünya somut ve tecrübe edilebilir bir gerçeklik şeklinde düşünülür.
İkincisi, hal böyle olunca mesele bu ideolojinin toplumsallaştırılmasına gelir. O da aydınlar ve seçkinler eliyle, aracılığıyla, şimdinin moda deyimiyle belirteyim, bir toplum mühendisliği kurma işidir. Tevfik Fikret bu iki çizginin kesiştiği yerde biçimlendi. O sıralarda aynı köklerden gelen, aynı kaynaklardan beslenen bir yeni kuşak da hazırlanıyordu. Nihayet o kuşak 1908 Devrimi'yle birlikte iş başına geldi. bu 'Genç Türkler'in partisi İttihat ve Terakki gelenekle olan bütün sorunlu ilişkisine rağmen bu zihniyet doğrultusundaydı. Ama elbette hareketin son halkası Atatürk ve Cumhuriyet'ti.
Tevfik Fikret'le Atatürk arasındaki çizgi gerçekten somuttur. Genç Paşanın Anafartalar kahramanı olarak Aşiyan'da bir anma törenine gitmesi ilginçtir. Nasıl gitti, niye gitti bilmiyoruz. Ama Namık Kemal'den hayli etkilenen Mustafa Kemal'in Fikret'in Amentü şiirini bilememesi olanaksızdı. Bilmemek ne kelime onun bir çok şiirini ezberden okuyordu. Bu şiir, bugün için bile sert ve hayli ileridir. Fikret daha önce Promete şiirinde tarif ettiği 'yeni insana' bu şiirinde nihai şeklini verir. İslami bir kavram olan Amentü'yü materyalist, deist, enternasyonalist bir 'şiar' olarak tanımlar. Tanrı'ya sadece vicdanıyla inandığını söyler, milliyetçiliği reddeder, şeytan, cin, melek gibi kavramlarla bütünleşmiş din düşüncesini yadsır, aklı tek güç sayar, kutsal kitapları insan gelişmesinin bir sonucu diye tanımlar, bilimden öte yol yoktur der.
AKİF-FİKRET KAVGASI
Ötesi bir yana, sadece bu bile Aşiyan'a giden çok yakışıklı, şık ve deftere yazılmış 'tavaf-ı taharrunda bulunmakla mübahi perestişkaran-ı Fikret' diyen müthiş bir cümleyi imzalayan (cümleyi orada bulunan edebiyatçılardan biri, İbrahim Alaattin Gövsa, yazmıştır, şunu da belirteyim o defterde kayıtlı 'eğilmeyen bir başın huzurunda hürmet eğiliyorum' sözünü de Mustafa Kemal'in yazıp imzaladığı söylenir, hayır bunu orada bulunan Muslihittin Adil yazıp imzalamıştır.) Mustafa Kemal zaten daha sonra bu şaire hayranlığını belirtecek ve Tarih-i Kadim'i bütün devrimlerin kaynağı gördüğünü belirtir ki, Akif'le Fikret kavgasının özü bu şiirdir, polemik başlayınca da Tarih-i Kadim'e Zeyl'i (Ek) yazacaktır. 3. Ordu komutanıyken de Fikret'in şiirlerini okumaktadır. Dolayısıyla Fikret'in ideolojisi şiirini aşacak derecede güçlü bir şekilde bugün de toplumun belli bir kesimi tarafından benimsenmekte, hatta sürmektedir. Hatta bundan da daha ileri bir olgudur.
Ne yapalım ki, bazı şairlerin kaderi budur, bu biraz da bizim edebiyatımızın kaderidir. Yahya Kemal bile bu plandadır. Bütün o Akif-Fikret kavgasına bir de buradan bakın derim...