Okumuştum bir yerde. Ama nerede? Geçen gün Abdülhak Şinasi Hisar'ın, Geçmiş Zaman Fıkraları kitabını karıştırırken karşıma çıkıverdi.
Sultan İkinci Mahmut devri. Yani 1800'lü yılların ilk yarısı... Padişah, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Molla'nın yalısının ihtişamlı olduğunu duymuştur. Bir Ramazan akşamı plansız programsız bir şekilde iftara gider.
Padişahın geldiğini haber alan Dürrizade hiç telaş etmez. Kahyasına verdiği emir şöyledir: "Benim yemeğimi Padişaha verin... Orta yemeği bu akşam gelen misafirlere verilsin... Ondan evvel gelmiş olanlara harem dairesine çıkacak yemeği verin... Haremdekilere de bu akşam başka yemek çıkarılsın."
Böylece kalabalığa rağmen hiçbir telaş görülmeden herkes muntazam şekilde yemeğini yer. Sırada hoşaf vardır. Kase geldiğinde Sultan Mahmut bir bakar hoşaftan duman çıkıyor. Dikkatlice bakınca ne görsün: Kase buzdan yapılma. Hoşaf onun içinde. Duman oradan çıkmakta.
Buzlu hoşafı içerken, Padişahın, "Sarayda bile böylesi yok" diye gıpta ettiğini yazıyor Abdülhak Şinasi...
Bu acayip hikayede, o döneme ilişkin ipuçları var. Bir kere şeyhülislamın sürdüğü debdebeli hayatı görüyoruz. Elektriğin bulunmadığı, dolayısıyla buz elde etmenin zor olduğu bir dönemde Ramazan hoşafı buzdan kaselerde içilmekte. Bugün en lüks lokantada bile böylesi zor.
İkincisi, yalıda tam teşekküllü bir otel restoranı gibi yemek servisi yapılmakta... Bunun üstesinden gelebilmek için gerekli aşçı, kalfa, yamak, hizmetkar, tabak sayısını catering uzmanları hesaplayıversin.
Dürrizadelerin 18'inci yüzyıldan başlayarak 1920'lere kadar devlette etkin bir aile olduğunu biliyoruz. Altı şeyhülislamdan başka, kazaskerler, kadılar, müderrisler çıkarmışlar. "Bizde aristokrasi yoktur" denir ama bunların aristokrattan farkı yokmuş. Toprağa değil devlete yaslanan bir aristokrasi.
Bir de oruç sayesinde nefsin terbiye olacağı söylenir ama ben buna ikna olmuş değilim. İftarda ve sahurda böyle görkemli masalara oturacağını bilen Dürrizadegillerin nefsinin terbiye olması mümkün mü; söyleyin Allah aşkına!
HURMA MESELESİ
Geçen yıl bir ara kafayı hurma fiyatlarına takmıştım. Bir AVM'de dolaşırken Zevcenur Hanım'a hurma alayım demiştim. Ünlü bir firma kaliteli hurmanın kilosunu 80 liradan satıyordu. Ne yalan söyleyeyim, taneyle almak ağrıma gitmişti.
Bu işte bir gariplik vardı. Eminönü'ne gittim. Baktım her adımda aynı nitelikteki hurmanın fiyatı biraz daha düşüyor. En sonunda, paralel bir sokakta tıpatıp aynısını 40 liraya gördüm. 80 lira nerede 40 lira nerede? Olacak iş mi? Kazık atmanın öteki adı serbest piyasa oldu.
Bir de hurmanın nereden ithal edildiği konusu var. Ramazan'dan önce Kadıköy'deki bir kuruyemişçiye uğramıştım. Laf lafı açtı, çaydı, çam fıstığıdır derken konu hurmaya geldi. "Kudüs hurması, Gazze hurması, Filistin hurması diye satılan mallar aslında İsrail'den gelmiyor mu" dedim.
Adam benim bu bilgiyi onun aleyhine kullanmayacağıma emin olmuş ki gülerek "Öyle ama ticaret bu; asla etikete İsrail diye yazmayız abi" dedi.
Hayat böyle bir şey işte: Kendimizi kandırmazsak olmuyor
ORUÇ VE GÖZ DAMLASI
Bizim insanımız soyutu somuta, prensibi eyleme çevirmekte zorlanır. Hemen örnek vereyim. Bir zamanlar (1990'larda) Montignac rejimi pek moda olmuştu. Michel Montignac adlı bir Fransız'ın buluşuydu. Bu rejimin esası karbonhidratlar ile proteinleri birbirinden ayırmaya dayanır... Birini yiyorsan, diğerini yemeyeceksin. Karbonhidrat dediğin bilumum unlu mamuller. Protein ise her türlü et. Bunlar bir öğünde bir araya gelmeyecek. Salatalar, sebzeler nötrdür; her ikisiyle de yenebilir. Tek istisna havuçtur; sebze kategorisine değil karbonhidrat kategorisinde yer alır. Meyveler yemek bittikten iki saat sonra yenecektir. Tatlı ise tamamen yasaktır.
İşte bu kadar basit bir formül... Ancak kime anlatsam soru yağmuru başlardı: Tavukla, galeta yiyebilir miymiş? Salataya yağ koyabilir miymiş? Şöyle miymiş, böyle miymiş? Formülü, ilkeyi, kuralı asla kendi başlarına uygulayamazlar. İlla birisine soracaklar. Aralarından bir kişi bile "Bunun kitabı var mı, alayım da okuyayım" dememişti.
Bugünlerde aynısını oruç konusunda görüyoruz. Hem insanları bilgilendirmek, hem de reklamlarını yapmak için özel hastaneler açıklama üstüne açıklama yayınlıyor.
Geçen gün bir hastane "Göz damlası orucu bozmaz" diye basın bülteni gönderdi mesela...
Halbuki orucun mantığı basit: Zevk veren, tatmin eden şeylerden uzak duracaksın. Yemeyeceksin, içmeyeceksin, aganigi yapmayacaksın... Göz damlasıyla vücuda giren sıvı böyle mi? Değil. Sadece sağlıkla ilgili. O halde göz damlasının orucu bozmayacağını vatandaş kendi düşünemiyor mu? Hayır, düşünemiyor işte! Kitaptan da okumuyor. İlla otorite diye kabul ettiği birisinden duyacak.