Sohbet ediyoruz. Arkadaşımız Esma yakındı: "Hamur yoğurmak zor geliyor. Hemen yoruluyorum." Ters yönden girdim lafa: "O zaman sen de yoğurmadan yap ekmeğini..." Duyar duymaz, "Bu saçmalık da nereden çıktı" diye düşündüğüne eminim Esma'nın... Onun için ekmek, hamur yoğurmak demekti. Hemen "Şu ukalaya haddini bildirsene abla" dercesine Melike'ye baktı.
Ekmekte hocamız sayılan Melike şaşırdı. Kem küm etti. "Yapıyorlar öyle şeyler ama yoğurma kadar iyi olmuyor tabii" dedi.
Belliydi: Melike yoğurmasız sistemi bilmiyordu. Sadece duymuştu.
Halbuki ekmeği hamuru yoğurmadan yapma eski Mısır'dan beri bilinen bir yöntem. Sonra unutuluyor. Derken New York'ta Sullivan Street Bakery adlı dükkanı olan fırıncı Jim Lahey gündeme getiriyor. Lahey'in meşhur olmasını sağlayan New York Times yazarı Mark Bittman. Lahey'in yoğurmadan ekmek yaptığını duyunca olayı hem videoya çekiyor ve hem de yazıyor. Hatta birçok kişi inanmayınca tekrar röportaj yapıyor.
Bu olay Türkiye için de yeni değil. 2006'da olay patlayınca gastronomiye meraklı iktisat profesörü rahmetli Arman Kırım yazmıştı.
Jim Lahey'in My Bread (Ekmeğim) başlıklı kitabı da var. Pandora Kitabevi'nden aldım. Sistemin esası çok basit. Lahey "Dört yaşında çocuk bile yapar" diyor: Unu, mayayı, tuzu ve suyu bir kapta elinle karıştırıyorsun... Üstünü örtüp 12 saat beklemeye bırakıyorsun... Zamanı geldiğinde hamuru katlayıp toparlıyorsun... Üstünü örtüp biraz daha kabarmaya bırakıyorsun... Sonra da ısıtılmış döküm tencereye koyup fırına sürüyorsun. 40 dakika içinde hazır.
Ben defalarca denedim. Fırın dandik olmasına rağmen tıkır tıkır işledi. Ancak 12 saat beklemek zorundasınız. Doğa ananın işleyişi böyle.
Hani "Ama bu doğal değil ki" filan diyorlar ya... Yalan! Tam tersi: Asıl doğal olmayan, hamuru yoğurmak. Çünkü yoğurma eylemi, doğanın yapacağı işe insanın müdahale etmesi demek. Biz yoğurmayla süreci hızlandırıyoruz.
Bu olayı niye anlattım? 1) Binlerce yıllık uygulamalarda bile yenilikler yapılabilir. 2) Bir işi usta-çırak ilişkisiyle öğrenmenin sınırları var. Ustanın bilgisi eskimiş olabilir. Okumanız ve denemeniz gerekiyor.
Kıssadan hisse: Yoğurmasız sistemin ayrıntılarını bana sormayın. İpucunu verdim; kalanı kendiniz araştırın.
***
Papağan insanlar ve GDO
Bir tabir moda olmayagörsün. Nedenini nasılını bilmeden, öğrenmeden tekrarlıyor insanlar. Adeta papağanlık yapıyorlar.
Örneğin kısaca GDO denilen Genetiği Değiştirilmiş Organizma konusu. Eğer bir meyvenin, bir sebzenin genetiği ile oynanmışsa ona zehir muamelesi yapılıyor.
Halbuki hemen her gün, genetiğini zaten değiştirdiğimiz yiyecekleri afiyetle mideye indiriyoruz. Kimse de çıkıp sağlığa aykırı demiyor, diyemiyor.
Daha da önemlisi: Aşılama, melezleme gibi yöntemlerle bu sebze ve meyvelerin genetiğini değiştirmeseydik, yememiz mümkün olmazdı. İşte birkaç örnek: Karpuz Muz Patlıcan Havuç Mısır Şeftali
Özetle: Bir sebzenin ya da meyvenin genetiğinin değiştirilmiş olması, onun zararlı olduğu anlamına gelmez. İncelemesi, araştırması yapılmış, sağlığa uygun GDO'ları yememek için hiçbir sebep yok.
***
Sarayın bağırsakları
Yiyeceklerle devam edelim. Acaba eski insanlar ne yer, ne içerdi? Yediklerini nasıl elde ediyorlardı? Kendileri mi yetiştiriyordu, yoksa ithal mi ediyorlardı? Bunlar sağlık durumlarını nasıl etkiliyordu?
Belge olmasa da bu sorulara cevap bulmak mümkün. Araştırmacılar bunun için yüzyıllar öncenin insan dışkılarını inceliyor, DNA analizine tabi tutuyor. Böylece balıkla beslenenler, koyun, dana veya tavuk yiyen halklar belirleniyor.
Bu çalışmalar hastalık tarihine de ışık tutuyor. Mesela eski insanların, mikropların bilinmediği, ilaçların bulunmadığı dönemlerde sürekli ishal olduklarını öğreniyoruz.
Düşünün: Acaba bizim atalarımız olan Osmanlıların durumu nasıldı? Topkapı Sarayı'nın tuvaletleri bu açıdan araştırılsa acaba ilginç bilgiler elde edilebilir mi?
Muhteşem yüzyıllarda dahi Osmanlı nüfusu, aynen diğer ülkelerde olduğu gibi veba, kolera, suçiçeği, kızıl gibi hastalıklar yüzünden kırılıyordu. Eminim ishal, bizimkileri de fena halde etkiliyordu.