Heybesinde caz da var rock da, Fransız müzik geleneğinin Chanson tarzı şarkıları da. Donanımlı bir şarkıcı ve piyanist. Balkan müzikleriyle tanınan ve ülkemizde de çok sevilen Shantel'le üç yıl çalıştı... Vokalistlik yaptı... Çaldı... Bugüne kadar birkaç single ve bir albüme imza atan Pehlevan bu kez Fransızca bir şarkıyla, French Mood'la dinleyici karşısında. Caz ve alternatif müzik dünyasının yakından tanıdığı Pehlevan'la müzikten ve aşktan konuştuk.
- Müziğe gelene kadar hayatın hangi duraklarından geçtiniz? Neler yaşadınız?
- Aslında müziğe gelmeden fazla bir şey yaşamadım çünkü sekiz yaşımda piyano çalmaya başladım hatta öncesinde de müzik hep içimdeydi. İlkokuldayken müzik kursu sınavı yapıldı. Müzik öğretmenim Nevin Hanım sayesinde sınava yazıldım. Ailemde müzisyen başka kimse yok ama herkes belirli yeteneklere sahip. Bu sınavı kazanınca ailem de müzik dünyasıyla tanışmış oldu ve ben piyano, ses eğitimi ve solfej dersleri almaya başladım. Sonrasında da yarı zamanlı olarak Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı piyano bölümünü kazandım. Meslek olarak müzisyenlik yapmaya BaBa ZuLa ve Shantel ile çalışmaya başladıktan sonra karar verdim diyebiliriz çünkü tam iş aradığım sırada bu yol önümde uzandı. Çok istemişim, gerçek oldu diye düşünüyorum. Tabii doğru donanımlara küçüklükten yatırım yapmasam böyle bir şansı değerlendiremeyebilirdim.
- Müziğinizin elementleri neler? Hangi türler etkiliyor müziğinizi?
- Klasik müzik çok dinledim. Sonra caz dinledim ama kendimi latin caz ve bossanova'ya yakın hissettim. Bazen arabeske takarım... Balkan, Makedon müziğine uzun süre daldım. Kendi bestelerimi yaparken Soley, Feist, Aziza Mustafazadeh, The Yardbirds, Riff Kohen, Hindi Zahra gibi çalıp söyleyen, indie-etnik müzisyenlere sardım. 90'lar Türk popuna, Sezen Aksu, Sertab Erener, Candan Erçetin albümlerine her seferinde şaşırarak geri dönerim vs. Yani çok taraflı bir beslenme söz konusu.
DÜNYA TURNESİNE ÇIKTIM
- Chanson müziğiyle bağlantınız nasıl oluştu?
- Chanson'la bağlantım aslında Galatasaray Lisesi'nde okurken, Fransız Konsolosluğu'nun düzenlediği Fransızca şarkı yarışması ile başladı. Bize söylememiz için bir liste şarkı verdiler. Listede bolca chanson vardı. Hepsini dinleyerek hangisini söylesem güzel olur diye çalıştım ve Edith Piaf açık ara kalbimi çaldı. Aznavour, Dalida, Enrico Macias... Bütün bu isimlerle tanışmış oldum ve Fransızca şarkı söylemenin keyfini keşfettim.
- Yeni şarkınız French Mood'un hikayesi nedir, ne anlatıyor?
- Duyar duymaz ilgimi çeken bir melodi ve alt yapısı olduğu için, Ertolog'un (Ertan Şahin) bana dinlettiği birkaç alternatiften seçilen şarkımız French Mood oldu. Birlikte bir proje yapmak istiyorduk ve bu şarkı üzerinde heyecanla çalışmaya başladık. Ritmik yapısıyla sanki güç veren, ileri doğru atılan bir his yarattı bende ve savaş temalı bir şarkı yazdım. Sözlerinde aşk ve sevgiyle buluşamazsak savaşırız ama o savaş da aşkın bir parçası, diyor... İlişkiyi savaş meydanına benzettim. "Biz düşman değiliz" diye tekrar ediyor.
- Shantel'le çalışmışsınız... O dönemi anlatır mısınız?
- Shantel'le Anarchy&Romance dünya turnesi kapsamında geneli Avrupa olmak üzere pek çok ülke ve şehirde üç yıl boyunca konser verdim. Sahnede şarkı söylüyor, bazen çalıyor hatta dans ediyordum. Benim için mükemmel bir deneyimdi. Çok önemli sahnelerde ve festivallerde Avrupalı seyirciyi açıkçası fethediyordum. Disco Partizani, Disco Boy, Shota, Ziganka, Sandala gibi Shantel hitleri ve yine onun yaptığı mix'lerle Balkan disko dünyasına yön veren anonim şarkıları söylüyorduk. Fransız, Alman, Sırp, Kanadalı, İngiliz arkadaşlarım vardı ekipte ve hep beraber bir nightliner'da yani şu yataklı turne tırlarından birinde hem gezdik, hem müzik yaptık. Rock'n roll bir dönemdi. Daha ne isterim!
"KİMSE KAYBEDEN TARAF OLMAK İSTEMİYOR"
- "Bana göre aşk, ona göre skor" diyorsunuz Küçük Çakal Sevgilim şarkınızda. Günümüzün aşklarına ilişkin bir eleştiri diyebilir miyiz bu şarkınıza?
-Aslında bir itiraf olacak ama ben bu sözü yine bir konuşmada yabancı bir beyefendiden duydum. Onun bu bakış açısı beni düşündürdü. Aslında böyle bir ikilem oluyor her ilişkinin başında. Bir taraf gerçekten duygularını açarak, sevgi ve aşk yaşamak isterken bir taraf bunu takılma, skor gibi değerlendirebiliyor. Kadın erkek fark etmeden. Böyle olunca aşk arayan taraf çok yaralanıyor. Günümüzde daha çok şehirli, metropol ilişkilerinde bu denge çok hassas. Bir ego ve kendini bırakamama, "hayır, ben seni aslında istemiyorum"u önce ben söyleyeyim gibi bir tavır var. Çünkü kalbi kırılan taraf bunu göstermek ve acınan, kaybeden taraf olmak istemiyor. Ben hiç böyle düşünmedim. Bence birini seviyorsam bunu ona söylemek çok kıymetli. Üç günlük dünya, hiç tanımadığınız bir insan canlısı bir anda sizin için çok şey ifade ediyo.r Bunu haykırmaktan güzel ne olabilir?