Profilo Holding İcra Kurulu Üyesi Cefi Kamhi'nin kızı Lara Kamhi çocukluğundan itibaren medyanın ilgi odağı oldu. Oysa o, tüm bu yıllar boyunca kendini sanatla ifade etmek adına eğitimini ve kariyerini şekillendirdi. Kamhi'nin Transparency of Being adlı deneysel belgesel filmi, önce İtalya'nın Bolonya şehrinde düzenlenen Weekend On the Moon 2019 etkinliğinde, geçtiğimiz hafta da Salt Beyoğlu'nda izleyiciyle buluştu. Biz de bu vesileyle Lara Kamhi ile sohbet ettik:
- Salt'ta belgeseliniz gösterildi. Bunun içeriği hakkında biraz bilgi verir misiniz...
- İstanbul Deneysel Film Festivali kapsamında, Transparency of Being (Varoluşun Şeffaflığı) isimli deneysel belgeselimin gösterimi yapıldı. Bu projede, Japonya'da geçirdiğim bir kaç ay boyunca gözlemlerimin neredeyse tümünü kaydedip, kurgu sırasında bir anlatıya dönüştürdüm. Alt metin özletle şu, sarmal bir medya dünyasında yaşıyoruz, gerçeklik ve temsiliyet tamamen yer değiştirmiş durumda. Sürekli kayıt halindeyiz ve hayatlarımızın anlatısını bu kayıtlar oluşturuyor. Hepimizin telefonlarında farklı farklı sahneler, hikayeler saklı. Ancak gördüklerimizi aslen görmüyoruz bile. Örneğin bir konsere gidiyor, konseri izleyeceğimize telefonumuzu çıkarıp, o deneyimi kaydediyor, konseri en nihayetinde yine bir ekrandan izliyoruz. Gerçekliğin yalın halini yadırgar olduk, telefonumuzun ışıl ışıl ekranında onun bir temsilini arıyoruz artık. Hem de dakika başı, durmaksızın, müptela gibi. Bir bilinç kaybının, varlığın tümden yitirilişinin gözlemi bir anlamda bu belgesel. Bir yandan da soruyor, "Metafiziğin tanımı varlığından uzaklaşmaksa, içinde bulunduğumuz bu dönem bir yandan da metafiziğe geçiş değil midir?" diye. Öğrencilik yıllarımda bakış açıma ivme kazandıran sosyolog ve medya teorisyeni Jean Baudrillard'ın bir konuşmasını kullandım belgeselde. Her şeyin mükemmel bir organizasyon içinde ve geri dönülmez şekilde, gerçekliğin baştan kurgulandığı bir simülasyona dönüştüğünü anlatıyor. Disneyland gibi düşünün, sanrı mükemmel bir şekilde kurgulanmıştır, oradaki yalan dünyayı sorgulamaz, kanıksarsınız. Bugün gönüllü olarak tüm bu dijital temsiliyetlere gerçeklik tanımını atfediyoruz.
- Kamera ve telefon arasında ne fark var size göre?
- Sadece kamera işlevi gören bir alet ile daha bilinçli çekimler yapıyoruz. İşlevi belli. Teknolojinin dijitalleşmesi ve cebimize girecek boyutlara ulaşmasına bir de iletişim, etkileşim eklenince, bu aletler bedenimizin birer uzantısı haline geldi. Ancak kontrolün ne kadarı bizim elimizde? Verdikleri her komuta otomatik olarak uyduğumuz mini diktatörler gibi değiller mi sizce de? Mesela telefon çalar çalmaz cevap vermeyi kendimize görev biliyoruz. Mesaj gelmiş, hemen yanıt yazmazsan ayıp olur. Online'sın, görüyor. İletişim de bir mecburiyet kazandı sanki. Ben buna farklı yaklaşıyorum, telefonum çalar çalmaz cevap vermek zorunda hissetmiyorum. "Online olmuşsun, neden cevap yazmadın?" gibi bir noktaya gelmiş haldeyiz. Hepimiz şüpheciyiz bir de. Bu bir eleştiri değil, yanlızca gözlem bu arada. İnsanlara "Elinizde sürekli telefon var, bunu bir kenara bırakın" demiyorum. Sorular soruyorum... Kendimi de gözlemliyor, kendime de eleştirel gözle yaklaşıyorum.
- Bu noktaya nasıl geldiniz?
- Farkındalıkları olan bir çocuktum. Korkulu rüyalar görürdüm. Pedagog aileme, beni tiyatroya yönlendirmelerini önerdi. Sekiz, dokuz yaşlarımda tiyatroya yazıldım. Kabına sığmayan bir yaratıcı dünyam vardı. Yazlıkta ailemin arkadaşlarını toplar, onlara gösteriler düzenlerdim. Baştan sona, yaz sıcağında izlerdi insanlar. Hem de kimler kimler, bugün kavrıyorum. Yazarlar, tiyatrocular, yönetmenler... Müzikallerde oynamak, hatta bir gün kendi müzikalimi yazabilmek isterdim, o dünyanın zenginliği hoşuma giderdi. Tiyatro, oyunculuk, müzik ve dans eğitimleri almaya başladım. Sorgulama sürecine de erken başladım. 10. yaşgünümde çok net "Bir ben var benden içeri" deyişimi hatırlıyorum. Arabanın camından dışarı bakıyordum. Dışarsının hareketi ve arabanın içinin durağanlığı çözmeye çalıştığım bir gizem... Bu gözlem bana birden varoluşu sorgulatmıştı. "Dünya hareket halinde, Lara arabanın içinde, bir de esas ben var, bedenimin içinde" demiştim. Çocukların keşif süreçleri ne kadar da ilginç, engellenmeseler, baskılanmasalar hepsi birer filozof. Ben de engellenmedim yakın çevrem tarafından. Sorgulamama izin verildi, desteklendim.
- Ailenizin etkisi nasıl oldu sizin kariyerinizde?
- Ailem dışardan bakında iş insanı olarak görünüyor ama aslında sanatçı bir ailenin çocuğuyum. Evde sürekli bir sanatsal faaliyet vardır.. Babam heykel yapar, ablam da annem de resimle, seramikle ilgilenir. Bu aktivitelerle büyümek elbette etkiledi beni. Bir de çok sesliliğin karmaşasından değil de ahenginden beslenmeyi öğrettiler bana. Bunun bugün iş hayatımda da çok büyük faydasını görüyorum.
- Çocukluğunuzdan itibaren medyanın özel ilgisini ister istemez üzerine çekmiş birisiniz, "Cemiyet" diye adlandırılan bir gruba mensup olarak anıldınız. Şimdi bulunduğunuz noktada tüm bunları nasıl yorumluyorsunuz?
- Ben kültürlerarası bir ailede büyüdüm. O kadar çok aidiyetim vardı ki, ait olmak tanımının içi boşaldı bir noktadan sonra. Kendimi her şeye ve hiçbir şeye ait görüyorum şu günümde. Bu konulardaki büyük duygusal savaşlarımı çok erken yaşlarda verdim. Ve bu süreç benim yaratıcı sürecimdeki temel meselemi oluşturdu. Sanatın da bu yönü güzel ya. Bu farkındalığın sunduğu eşsiz bir ifade havuzunda yüzebiliyorum bugün. Bu konudaki yorumlarımı derinleştire derinleştire, çalışmalarımla, araştırmalarımla ifade ediyorum. Lise çağımda medyanın bana olan aşırı sayılabilecek ilgisi, yaratmış olduğu karakter ve bununla birlikte gelen şablon hikaye... Gerçekliğin nasıl kurgulanabilir bir şey olduğunu tüm çıplaklığıyla görmeme vesile oldu. Bu bana eleştirel bir bakış açısı kazandırdı, temel araştırmam haline geldi.