Mesut Canöz ile Ankara Kızılay Meydanı'nda buluşacağız. Birbirimizi tanımıyoruz. Omzuma bir el dokunuyor "Merhaba ben Mesut" diyor. Şaşırıyorum, Mesut Bey de anlıyor: "Gazetedeki fotoğrafınızdan çıkardım sizi. İyi bir SABAH okuruyum da". Sakarya Caddesi'ne doğru birlikte yürürken, sosyal medyada kimilerinin polisten polisiyeci olur mu türü kaba eleştirilerde bulunduğunu anlatıyor, "Bir polisin polisiye yazmasını hazmedemeyenler var" diyor. Ben de "Bizim ilgimizi çeken buydu. Çünkü Türkiye'de çok rastlanan bir durum değil sizinkisi" diyorum. Mesut Canöz ile Ankara'da buluşma nedenimiz tam da bu. O, beş yıldır Cumhurbaşkanlığı Koruma Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın koruma ekibinde görev yapan bir polis memuru ama aynı zamanda bir yazar. İlk polisiye kitabı Vahşetin Başkenti geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Sakarya Caddesi'nde bir kitap kafeye oturuyoruz. Heyecanlı... "30 yaşımdayım ve bu kitap 15 yıllık bir serüven benim için" diyerek heyecanının nedenini dillendiriyor. "İlk kitap, ilk film uzun zaman alır. O zaman filmi başa saralım ve siz de anlatın" diyorum... "Babam başkomserdi. Cinayet masası, istihbarat, foto film şubede çalıştı; Ankara, Eskişehir ve Hakkari'de görev yaptı. Yani polis dünyasının içine doğdum. Ve çevremdeki polisiye dünyaya karşı çok duyarlıydım. Küçük yaşımdan itibaren de okumaya ve yazmaya düşkündüm. Hikaye dinlemeyi ve anlatmayı severdim. Zamanla kısa öyküler yazmaya başladım. Edebiyata düşkündüm ama aynı zamanda hiperaktif bir çocuktum. Ortaokulda öğretmenlerim beni spora yönlendirdi, basketbol oynamaya başladım. Ama okumaya ve yazmaya da hep devam ettim. Klasikler, polisiye, geçen gün baktım lisede 300'e yakın kitap okumuşum. Lise bitince polislik sınavına girdim ve kazanamadım"
ZORLAMA İŞLER YAPILIYOR
"Aklında polis olmak var mıydı?" diye soruyorum. "Baba mesleği ne de olsa" diye cevap veriyor. Mesut Bey polislik sınavını kazanamasa da üniversite sınavında Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü'nü kazandığını anlatıyor. "Tam isabet" diyorum. "Ama gitmedim" diyerek şaşırtıyor beni. Haliyle "Neden?" diye soruyorum: "Kritik bir karardı benim için. Spor üzerine eğitim almaya karar verdim ve Dumlupınar Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği'ni kazanıp okumaya başladım. Türk Telekom, Devlet Su İşleri'nin basket takımlarında oynadım. Ama bunları yaparken edebiyattan hiç kopmadım." Üniversite sonrasında bir yandan oturduğu mahalledeki ortaokulda beden eğitimi öğretmenliği yapan diğer yandan fitness eğitmeni olarak çalışan Mesut Bey gecelerini de edebiyata ayırır olmuş. "Ama" diyor "Bir süre sonra hayatımın rutine bindiğini ve spor konusunda bir doygunluk yaşadığımı fark ettim. Tam da 17-24 Aralık süreci yaşanıyordu. Yeni bir polislik sınavı açıldığını öğrendim. Bir kez daha denemek istedim, bu sefer kazandım ve böylece polisliğe giden yol açıldı benim için." Dokuz aylık yatılı bir eğitimden sonra polis oluyor Mesut Bey.
Oluyor olmasına ama o geçirdiği dokuz ay onun polislere olan bakışını da değiştiriyor: "Polis bir babanın oğlu olmam ve polis ortamını iyi bildiğimi düşünmeme rağmen eğitim sırasında polise bakışım değişti. Disipliniyle, işleyişiyle, olaylara yaklaşımıyla polis dünyasının aslında ne kadar farklı olduğunu anladım. Ve edebiyatta, sinemada anlatılan polisiye dünyanın gerçek polis dünyasıyla pek alakası olmadığını gözlemledim. Meğer epey zorlama işler yapılıyormuş." Söz konusu polisiye olunca İstanbul Cinayet Masası'nda çalışan başkomserlerin serzenişi geliyor aklıma. Romanlarda ve filmlerde cinayetçilerin, sorunlu kişilikler olarak temsil edilmesine itiraz etmiş "Ayık kafa lazım cinayeti çözmek için. Bakıyorsun adamlar hep içiyor" demişlerdi. Mesut Bey'e "Siz de mi böyle düşündüğünüz için zorlama işler yapılmış diyorsunuz?" diye soruyorum. Mesut Bey "Polisiye filmler ve romanlar tabii ki belli bir hayal gücü üzerine inşa edilen kurmaca hikayelerdir. Ama böyle olsa bile bir gerçekçilik olmalı. İşte bu gerçekçilik yakalanamıyor..." diyor. Sonra da polis okulunda daha sonra da mesleğini yaparken o gerçekçiliği birebir soluduğunu kitabında da bunu yazdığını söylüyor.
MORGA GİRİP KADAVRA İNCELEMESİ BİLE YAPTIM
Hikayesi 2004'te başlayan Vahşetin Başkenti kitabı, huzurlu Ankara'da seri cinayetler işleyen bir katille onu yakalamaya çalışan Başkomser Nejat'ın hikayesini anlatıyor. 15 yılı özetlemesini istiyorum Mesut Bey'den "Nasıl geçti" diye. Mesut Bey "2004'te 15 yaşımda bir polisiye yazmaya karar verdim. Ama romanı 2007'de yazmaya başladım. 2012 yılında da bitirdim. Çok çalışıyordum her gün yazıyordum. Mesela bu süreçte epey gözlem yaptım. Anatomiye tamamen hakim olmak için doktorlarla görüştüm. Ara ara morga girip kadavra incelemesi bile yaptım. Deneyimli polislerle çok konuştum. Kitapta geçen mekanları tek tek inceledim. Gidip oralarda vakit geçirdim. Bir iki çok önemli sahne var. Biri Kızılay Meydanı'nda geçen çatışma sahnesi. Mesela her noktasında bulundum meydanın. Bunun için 2012'de bitirsem de sürekli düzenledim kitabı ve 2017'de son noktayı koydum."
BİRİNCİ DANIŞMANIM BABAMDI
Mesut Bey tüm eğitim hayatı boyunca ailesinin onun verdiği kararları büyük bir içtenlikle desteklemesinden son derece memnun: "Kitap yazacağım dedim, spor okuyacağım dedim. Ne dersem ailem arkamda durdu. Kitap yazarken elbette birinci danışmanım babamdı. Sokak kültürünü ve polisliği iyi bildiği için sürekli ona danışıyordum. Babam hiçbir basket maçımı kaçırmadığı gibi ben yazı yazarken çay bile getirirdi. Keza yazı yazarken annem kapının zilini iptal ederdi rahatsız olmayayım diye. Biraz farklı bir tiptim ama ailem bana özgür bir alan sağladı. Bu desteklerini unutamam." Ya polis dünyası... "Polisler sizin edebiyatla uğraşmanıza, roman yazmanıza nasıl baktılar?" diye soruyorum. Mesut Bey "Polis dünyasında bu tarz işlerle uğraşan pek insan yoktur. Onun için benim bu uğraşıma kimi polisler 'boş işlerle uğraşıyorsun' yaklaşımına giriyordu. Ama meslek büyüklerim, polis okulundan hocalarım sonuna kadar beni desteklediler" diyor. Roman çıktıktan sonra birçok polis okumuş. "Devrem 'Bizi en iyi sen anlatmışsın' diyenler de oldu 'İnşallah böyle bir katil Ankara'ya uğramaz' diyenler de oldu. Ama genel olarak polisler beğendiler romanımı" diyor. Peki polis olmayanlar? "Yeni yeni dönüşler oluyor. Okuyanlar beğeniyor. Çok gerçekçi bulduklarını söylüyorlar" diyor
YAZARLAR POLİS DÜNYASINI BİLMİYOR
Mesut Canöz her ne kadar bir edebiyatsever olsa da polisiye kitap ve filmlerde polislerin sorunlu bir şekilde temsil edilmesine itirazı var. "Mesela benim karakterim Başkomser Nejat sorunlu bir tip değil, kötü alışkanlıkları yok, sporunu yapıyor, çakı gibi bir polis" diyor. "Peki polisler neden sorunlu temsil ediliyor" diye soruyorum. Mesut Bey de anlatıyor: "Her mesleğin iyisi ve kötüsü vardır ama iş polisliğe gelince değişiyor. Bir kötü örnek bütün bir camiaya mal ediliyor. Polisler ya çok seviliyor ya da hep tenkit ediliyor. Bir türlü ortası bulunamıyor. Bir önyargı var, bu polisiye yazarlara ve senaristlere de yansıyor. Türkiye'deki polisiye kitapların, filmlerin hemen hemen hepsini okudum ve izledim. Emeklerine sonsuz saygım var. Ama bir okur ve izleyici olarak şunu söyleyebilirim. Öncelikle polis dünyasını tanımıyorlar, ikincisi bu eserleri yapanlar polisleri sevmiyor. Bunu da satır aralarında hissediyorsunuz. Ben de bunun için polis dünyasından bir başkomser yarattım."