Bildiğiniz gibi madde, atom denen küçük parçacıklardan oluşur. Atomlar da proton, nötron, elektron denilen daha küçük parçacıklardan meydana gelir. Proton ve nötronlar, nükleus olarak da bilinen çekirdeği oluşturur, bu çekirdek etrafında elektronlar yer alır.
Çekirdekte nötron ve protonları bir arada tutan bağlar, yüksek miktarda enerji taşırlar. Söz konusu bağlar kırıldıkları zaman yüksek miktardaki enerji serbest kalır. Bu bağlar da nükleer fisyon denilen bir süreçle kırılabilir ve açığa çıkan enerji de elektrik üretiminde kullanılabilir.
Nükleer fisyon, kütle numarası çok büyük bir atom çekirdeğinin parçalanarak kütle numarası daha küçük iki çekirdeğe bölünmesi olayıdır. Bu reaksiyonlarda uranyum gibi radyoaktif elementler kullanılır. Nükleer fisyon sırasında, atom çekirdeğine çarpan nötron, çekirdeği ikiye böler ve ısı ve radyasyon formunda enerji açığa çıkar. Bu süreçte serbest kalan nötronlar başka uranyum atomlarına çarpar, bu atomların çekirdeği de parçalanır ve süreç bu şekilde kendini tekrar eder. Buna zincirleme nükleer reaksiyon denir.
UÇAKTAKİ RADYASYON DAHA FAZLA
Bu reaksiyon, nükleer reaktörlerde istenilen ısının kontrollü bir şekilde elde edilmesinde kullanılır. Isı ile buharlaştırılan su, türbinleri döndürür ve böylelikle elektrik elde edilir.
Nükleer enerji, radyoaktif elementler aracılığı ile elde edildiği için, çevreye radyasyon yaydığını ve bunun tehlikeli olduğunu iddia edenler vardır. Oysa bu iddia yanıltıcıdır, aslında çevremiz hali hazırda radyoaktif elementlerle doludur ve bunların etkisi reaktörlerin yaydığı radyasyondan fazladır.
Nükleer reaktörün yaydığı yıllık radyasyon, bir muz yediğinizde aldığınız radyasyona eşittir. Muz, radyoaktif potasyum izotopu K40 içerir. Bir nükleer santralin yaydığı radyasyon, yaygın kanaatin aksine, eşit derecede enerji üreten kömür yakan termik santrallerden 100 defa daha azdır. Doğada bulunan kömür, doğal olarak toryum ve uranyum içerir. Bu radyoaktif elementlerin konsantrasyonu kömür yandıkça artar ve uçan küller aracığı ile çevreye yayılır. Ülkeler arası yapacağınız bir uçuşta maruz kalacağınız radyasyon, santralin bir yılda yaydığı radyasyonun 200 katıdır. Yani nükleer santrallerin yaydığı radyasyondan korkmak için hiçbir gerekçe yoktur.
Bazıları nükleer reaktörlerin atom bombası gibi patlayabileceğini, dolayısıyla bu reaktörlerden kaçınılması gerektiğini söyler. Bu tam anlamı ile saçma bir iddiadır. Atom bombası özel maddeler içerir ve büyük patlama etkisi yaratmak için bunların özel bir şekilde imal edilmesi gerekir. Nükleer reaktörlerde bu materyaller bulunmamaktadır.
Bazı çevreciler nükleer enerjinin çevreye zararlı olduğunu söyler. Bu da yanlıştır. Nükleer reaktörler, termik santrallerin aksine sera etkisi yapan CO2 gibi gazlar yaymazlar. Dolayısıyla nükleer enerji, küresel ısınmaya yol açmaz. Ayrıca nükleer enerji, diğer enerji türlerine göre çok daha az alana ihtiyaç duyar, bu da çevre ve doğal yaşamı diğer enerji türlerine göre daha az etkilediği anlamına geliyor.
YA ÇERNOBİL VE FUKUŞİMA?
Peki, Çernobil ya da Fukuşima kazaları, bize nükleer santrallerin tehlikeli olduğunu göstermedi mi? Hayır. Bugüne kadar 33 ayrı ülkede çalışan nükleer reaktörlerin toplam çalışma süreleri 17 bin yılı buluyor. Bu 17 bin yıllık toplam çalışmada sadece üç tane nükleer reaktör kazası oldu, bu da ortalama 6 bin yılda bir kazaya denk geliyor.
Bu üç kaza şunlar: Three Mile Adası (ABD 1979), Çernobil (Ukrayna 1986), Fukuşima (Japonya 2011). Bu üç kazadan sadece Çernobil, 56 kişinin ölümüne yol açtı, diğer iki kazada ölen olmadı. Çernobil'den açığa çıkan radyoaktif elementlerin ne kadar kanser vakasına yol açtığı tartışmalı. En abartılı hesapla bu 9 bin kişiyi bulabilir. Bu abartılı hesaba kurtarma operasyonlarında ölenleri katsak bile, hidroelektrik santrallerde ölenlerin sayısı, nükleerlerin 16 katını bulabiliyor. Zira baraj çökmeleri ciddi su baskınlarına yol açabiliyor. Örneğin 1975 yılında Çin'deki Banqiao Barajı kazası tam 171 bin kişinin ölümüne yol açmıştı. Termik santrallerden ölenlerin sayısı ise nükleerin tam 1.100 katı. Üstelik yol açtığı çevre kirliliğinin sonuçları henüz tam ortaya çıkmış değil.
Nükleer enerji, en temiz enerji kaynağı olarak görülen rüzgar türbinleri ve güneş enerjisi panellerinden bile daha az ölüme yol açıyor. Rüzgar panellerini takarken ya da türbinlere bakım yaparken ölenler ele alındığında, güneş enerjisi nükleerin beş, rüzgar enerjisi nükleerin iki katı ölüme yol açmış. Yani nükleer enerji, net bir şekilde en güvenli enerji kaynağı. Üstelik Akkuyu'ya kurulacak nükleer santral, en ileri güvenlik önlemlerini içeriyor. Yeni inşa edilen santraller çok daha yüksek güvenlik önlemlerine sahip ve kaza riski zaman geçtikçe azalıyor.
Reaktörlerde kullanıldıktan sonra, yakıttan geriye kalan atıkların tehlikesinden bahsedenler de var. Aslında kalan atıklardan yüzde 96'sı geri dönüşüme girip yeniden kullanılabilir ve bu atıkları güvenli bir şekilde depolamanın yöntemleri vardır. Ancak bu bizim için bir sorun değil, zira Akkuyu'dan çıkan atıklar Rusya tarafından alınacak.
Sonuç olarak, nükleer santrallerden korkmak için hiçbir sebep yoktur. Ortaya atılan kötü senaryolar bilimsellikten uzaktır.
BİLİMSEL BİLMECELER
Ali, Veli ve Cumali, Alper'in sahip olduğu kedi sayısı hakkında tartışmaktadırlar.
Ali: "Alper'in en az beş kedisi vardır."
Veli: "Alper'in en fazla beş kedisi vardır."
Cumali: "Alper'in en az bir kedisi vardır."
Eğer üç arkadaştan sadece biri haklıysa, Alper'in kaç kedisi vardır?
Güneş'in her zaman batıdan battığını biliyoruz. Ancak Cabir bir gün Güneş'i batı ufkundan yükselirken gördü. Bu nasıl mümkün olabilir?
Not: Çözümü haftaya Pazar SABAH'ta
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMLERİ
Cevap ikidir. Toplar önce üçerli üç gruba ayrılır. İki grup alınıp tartılır. Eğer terazi dengede kalırsa, o zaman hafif top tartılmayan gruptadır. Yok eğer bir taraf daha hafif gelirse o zaman hafif gelen taraftaki gruptadır. İkinci ölçümde bu defa hafif gelen gruptan iki adet top seçilip tartılır. Eğer eşit gelirlerse daha hafif top bu gruptaki tartılmayan toptur. Yok eğer bir top daha hafif gelirse, o zaman aranılan top odur.
Bu iki şekilde mümkün olabilir. Birincisi Cabir uzayda yerçekimsiz bir alanda olabilir. İkincisi ise Cabir su altında kovayı ters çeviriyor olabilir.
DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR
Arap sayı sistemi Araplar tarafından değil, Hintliler tarafından geliştirilmiştir.
Sarhoşları ayıltmak için onlara kahve içirmek yaygın bir pratiktir. Oysa kahve, ayılma hızını arttırmaz. Kahve, sarhoş kişiye yalancı bir ayılma hissi verse de aslında alkolün beyin fonksiyonlarına getirdiği sınırlamalarda bir iyileştirme yapmaz. Tam tersi bu yalancı ayılma hissi, yanıltıcı bir özgüvene ve bunun sonucunda trafik kazalarına yol açar.
ŞAŞIRTAN GERÇEKLER
İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.
Dünya'nın en uzun sıradağ sistemi 65 bin km uzunluğundadır. Okyanus ortası sırtı olarak bilinen bu dağ zinciri deniz altındadır ve deniz dibinden yükseklikleri 5,5 km'yi bulabilir.
Flamingoların doğal rengi beyazdır. Tükettikleri artemia ve yosunlar, onlara pembe rengi verir.
İnsanların gerçekte ne düşündüklerini anlamak için, ne söylediklerine değil, ne yaptıklarına bakın.
(Descartes)