Meg Ryan, üzerine üşüşen gazeteci ordusundan ürküp, İstanbul'u apar topar terk etmiş. "Aman ne kaprisli kadın. Ünlü olup da gazetecilerden kaçılır mı? Hiç mi objektif görmemiş yani?" diye çemkirenleri anlamıyorum. Biz medya ilişkileri konusunda organizasyon cahili bir ülkeyiz. Bizde önemli bir şahsiyeti görüntülemek, ağzından laf almak için gazetecilerin birbirinin sırtına çıkması adeta "meslek kuralı"dır. Zamanında ben de muhabirlik, foto muhabirliği yaptığım için iyi biliyorum. Spor muhabirleri arasında bir laf vardır: "Arkadaşından omuz yemezsen, net fotoğraf çekemezsin" diye. İtişmek, kakışmak bizim meslekte adeta "ata sporu"dur. Mehmet Ali Ağca'nın oteldeki sözde basın toplantısı sırasında yaşanan arbedeyi hatırlasanıza... Bizimkiler, İstanbul Moda Haftası için Türkiye'ye gelen Meg Ryan'a da aynı muameleyi çekince, kadıncağız bulduğu ilk uçakla Paris'e kaçıverdi. Peki elin oğlu ne yapıyor? Batı'da bu işler nasıl yapılıyor? Onlar basın ilişkilerini ve gerekli protokolü profesyonel ekiplerle günler öncesinden planlıyor. Ünlü kişi nerede duracak, gazeteciler nereden görüntü alacak, toplantı kaç dakika sürecek, hepsi dakikası dakikasına prova ediliyor. Eğer ünlü kişi, medyanın karşısına çıkacaksa, ona bir kürsü ya da platform hazırlanıyor. Üç metre ötesine de kırmızı kordonlu bir hat çekiliyor. Kameramanlar, foto muhabirleri, televizyon muhabirleri orada düzen içinde konuşlanıyorlar. Özel röportajlar için de ayrı bir planlama yapılıyor. Onun dışında kimsenin burnuna mikrofon sokulmasına, gözünde flaş patlatılmasına izin verilmiyor. O kırmızı hat, Batı'da adeta olay yeri incelemesi için polisin çektiği sarı kurdele gibi... Herkes o sınıra saygı göstermek zorunda. Aksi halde meslek kuruluşlarının ağır cezalarına muhatap oluyorlar. Meslektaşlarının, kural ihlali yapan o gazeteciyi dışlaması ve "mağara adamı" muamelesi yapması da cabası... Şimdi Meg Ryan gittiği her yerde Türkiye'de gördüğü "medya terörünü" anlatacak. Bizlerse Ryan'ın arkasından atıp, tutmaya devam edeceğiz. Sizce bu işten kim daha zararlı çıkacak?