Vallahi mehtabın rengini unutmuşum... Denizin yakamozunu, Küçük Ayı'yı, büyüğünü ve cümle yıldızın ışıltısını da... Hani derler ya, "Büyük şehirlerin ışığı, gökyüzünün ışıltısını soldurur, şehirde yıldız görmek zorlaşır" diye... Geceleri ekran başına mahkum şu kulunuz da nicedir doğanın gerçek ışıklarından mahrummuş meğer... Oysa ekrana değil de seher yıldızına dalıp gitmek ne büyük nimetmiş?
Uzaktan kumandanın tuşlarına değil de, teknenin tuzlu halatına dokununca, hayata dokunuyormuş meğer insan... Nasıl da boşuna avutmaya çalışmışım kendimi National Geographic'in vahşi yaşam belgeselleriyle?
Oysa Cunda'da ekmek attığım martının kanadına yansıyan turkuvaz rengini verebilecek bir HD yayın icat edilmemiş ki?
Ne yalan söyleyeyim, hiç özlemedim televizyonu... Hayatını ekrandan kazanan biri için bu söz 'ekmek teknesine tükürmek' gibi geliyorsa da gerçek bu... Ne siyaset konuşur gibi yapıp kayıkçı kavgasına tutuşanları özledim, ne köle pazarında dişlerine bakılan kızlar gibi aşağılanan izdivaç programı mağdurlarını... Ne reyting süzmek için her zaafı dürtükleyen, her yarayı kaşıyan dizileri merak ettim, ne incir çekirdeğini doldurmayan talk show geyiklerini... Kendi televizyon kanalımı kurdum Küçükkkuyu'da... Ekranın o çok bilmiş sabah şekerleri yerine çekirgeleri dinledim. Öğleye doğru bir Deniz'le, bir Güneş'le, bir Meltem'le izdivaç eyledim... Bakmayın hepsinin adının kıza benzediğine, hiçbirine yüzük takmadım... Zaten onlar dediler, "Biz evlenilecek değil, eğlenilecek kızlarız" diye... Akşam haberlerini bahçeye pike yapan kırlangıçlardan aldım. "Bak güneşe doğru uçuyoruz bu akşam. Yarın hava güzel olacak" diyorlardı. Bundan önemli, bundan güzel haberi hangi anchorman verdi ki bana?
Gece ise şahane bir talk show programı... Mıhlı Deresi'nin kenarında ağustos böcekleri soruyor, kurbağalar yanıt veriyor... Gecenin açılış taksimi, hışırdayan zeytin ağaçlarından... Sadece ses ile olur mu? Stüdyomuza ışık da lazım... E bizim kızlardan Mehtap ne güne duruyor? Tereddütsüz giriveriyor yine geceyle birlikte koluma...
Söyleyin, bundan daha muhteşem bir yüzyıl, hangi ekranda var a dostlar? Süleyman görse, kıskanmaz mıydı benim haremi?
Şimdi yine televizyon sehpası, ayağıma pranga... Ve İstanbul'a geldiğimden beri Sezen'in şarkısı dudaklarımda:
"Kalbim Ege'de kaldı..."