Yoo erkek düşmanı değilim, 'göze göz, dişe diş'çilerden de değilim. Yeri gelmişken belirtmek isterim; intikam duygusunun takipçisi hiç değilim. Fakat düşünmeden edemiyorum sevgili okurlar; ortada ödenecek vicdani, psikolojik ve hayattan yana bir hesap varsa, bunu niçin hep kadınlar ödüyor?
Kadının; aldatılması, terk edilmesi, yarı yolda bırakılması, oyuna getirilmesi, erkeğin sözlerini katıksız ve yalansız sanıp çıktığı yolda ellerinin bomboş kalması fark etmiyor. Günün sonunda; elindeki sürpriz faturayla, bu işin içinden nasıl çıkacağını düşünen ve yaralarını sarması gereken genellikle kadınlar oluyor.
KAVGAYI BIRAKALIM
Erkek 'Amaaan be!' çekiyor, duygularıyla yüzleşmeden başka kadına geçiş yapıyor, eğlencesine, işine ve paşa keyfine toz kondurmuyor. Erkeğin toplumdaki itibarı zedelenmiyor, aslanlığından zerre kaybetmiyor, yokluk çekmiyor, erkeğin ismi lekelenmiyor... Ve hep kadın suçlanıyor!
Kadın sabretseydi, sussaydı, eşelemeseydi, sormasaydı, zorlamasaydı, istemeseydi... Yok ya! Mümkün olsa beynimizi ve kalbimizi çıkarıp pamukla dolduracaklar. Ama yeter! Artık biraz da erkeklerin bedel ödeme zamanı gelmedi mi?
Ailesini inciten, eşini dekorasyon malzemesi yerine koyan, kadının kalbini parça parça eden, dakikada 100 yalan söyleyen, vicdanıyla el sıkışmamış erkekler ödesin bedelleri... Bunun için atılması gereken ilk adım; kadınların birbirleriyle dertlerini, savaşlarını ve kıskançlık yarışlarını kenara koyması. İkinci adımsa; kadınların kimliklerini, mutluluklarını ve varlıklarını, bir erkeğin üzerinden sağlayamayacaklarını anlaması. Hadi kızlar, bazı şeylerin değişmesini istiyorsak direksiyona geçme zamanı... Güveniyorum size...
***
Seyşeller'de iki gün
İnsan kuş misali; soğuktan hoop kızgın kumlara, sıcaktan hoop puf montuyla yağmurlara gidebiliyor.
Geçtiğimiz pazar gecesi, Türk Hava Yolları'nın ilk Seyşeller seferini deneyimlemek için yola çıktık, iki gün kalıp döndük. Meraklısı için bilgileri verelim:
Seyşeller; Hint Okyanusu'nda bulunan 115 adadan oluşan bir ada ülkesi.
Resmi adı, Seyşeller Cumhuriyeti.
Afrika'nın doğusunda, Madagaskar'ın kuzeydoğusunda yer alıyor.
Mahe Uluslararası Havalimanı'na yapılan Seyşeller uçuşu; THY'nin Afrika kıtasındaki 42'nci destinasyonu.
Uçuşlar; salı-cuma ve pazar günleri İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan saat 20.55'te Mahe'ye gidiş, pazartesi- çarşamba ve cumartesi günleri ise 07.10'da Mahe'den dönüş olarak düzenlenmiş.
Bizim uçuşun süresi; giderken yedi saat 40 dakika, dönerken sekiz saatti.
Biletler 599 dolardan başlıyor.
Seyşeller saati, bizden bir saat ileri. Yani jet lag denilen eş zamanlama sendromunu yaşamıyorsunuz.
Seyşeller'e giderken; hostesler uçağı ilaçlıyor. İnişte ise Mahe Havalimanı yetkilileri, uçağa girip ilaçlama kontrolü yapıyor.
Mahe'ye iner inmez 'su takı' ile karşılandık. Nedir su takı? İlk seferi yapan uçaklara, itfaiye araçlarıyla iki taraftan su sıkılarak yapılan karşılama...
Esasen bir havacılık seremonisi ve 'Hoşgeldiniz, hayırlı olsun' ritüeli.
Peki Seyşeller'de ne var? Misal;
Mahe adına konuşursam, adada otel dışında pek bi' şey yok. Özel gezilecek yerler ve restoranlar gibi turistlerin aradığı eğlenceler söz konusu değil. Seyşeller'de nefis bir doğa, un misali bembeyaz kum, mavi-yeşil bir deniz var. Tatiliniz, seçtiğiniz otelde geçiyor. Kışın ortasında kafa dinlemek, ruhunuza enerji takviyesi yapmak, sevgilinizle romantik birkaç gün geçirmek, yazmak, okumak ve eleminizi kederinizi doğaya salmak için mükemmel bir seçim.
***
Ihlamur Günlükleri
Benimkisi ilk görüşte aşk... Bir, 1.5 yıl önce aylık edebiyat dergisi OT Dergi'yi elime aldığımda, kısa notlar yazan biri dikkatimi çekmişti. İki cümlede mahvediyordu beni; bazen gülümsetiyor, bazen içimi sızlatıyor, bazen 'Hah tam da içimden geçen buydu' dedirtip omuz veriyordu. Artık her ay o köşeyi okumak için dergiyi alır olmuştum. Köşenin adı; Ihlamur Günlükleri, yazarının adı Başak Buğday.
Her ay onun bir notunu paylaşmaya başladım sosyal medyada. Sonra sosyal medyada birbirimize mesajlar yolladık. Hatta bir gün buluştuk. Tam da hayalimde canlandırdığım gibiydi; naif, yumuşacık, kalpten, gizemli, yaralı ama sormayı, anlamayı ve anlatmayı bilen.
Seyşeller'den dönünce gazeteye gittim, masamda mavi kapaklı bir kitap... Üzerinde 'Ihlamur Günlükleri'- Başak Buğday yazıyor. Hızla açtım sayfalarını, yine kayboldum sözlerinde, onun âleminde...
Çizmeye başladım, açıp açıp tekrar okumak istediklerimin altını... Mesela...
Özlem olduktan sonra ha çemberin içindeyiz, ha dışında ne fark eder. Dönülecek bir yeri, giderek var edenlere selam olsun.
Tedavinin de, yeniden sevmenin de şartı aynı. İnsan, önce yarasını kabul etmeli.
Ne bekliyorduk ki; iyi biri olunca, her şeyin gönlümüzce olacağını mı? Ah canım benim, ah benim canım, canım...
Sana sevmeyi öğretene kazık atmayacaksın! Çünkü gerçek ustaların, en iyi numaralarını sona saklamak gibi adetleri vardır.
Öyle bir kırıldı ki hevesim... Artık nereye dokunup 'Burası mı?' desen, 'Evet, orası!' Hadi gidip alın kitabı, bu güzel kızın dünyasına bakın.