Medeniyetimizin tarihi bilindiği gibi aynı zamanda 'Aydınlanma' tarihidir. Bu aydınlanmayı anlamak için irfana, bilgeliklere, mutasavvıflara eğilmek bize hem dini hem felsefi kökleri gösterir. Bilgelerin hayatının kadim bilgiyi anlamamızda işaret taşları hüviyetinde olduğunu es geçmemeliyiz.
Kitabın önsüzündeki Cüneyd Bağdadi sözü bu bapta mühim. Şöyle demiş Cüneyd:
"Sufi toprak gibidir. Üzerinde iyileri de kötüleri de taşır. Bulut gibidir, herkesi gölgelendirir. Yağmur gibidir, herkese rahmet olur, fayda verir."
Eşrefoğlu Rumi'nin hikâyesi Bursa'da başlıyor. Medrese öğrenciliğinden tekkelere uzanıyor. Yani üniversiteden sokaklara...
Bursa Çelebi Sultan Medresesinde arkadaşlarının Eşrefoğlu diye hitap ettiği genç, medresenin en seçkin talebesidir. Tasavvuf yoluna girişi Derviş Mehmet'in önünde diz çökmesiyle alevleniyor.
Söz konusu dervişe zamanında 'Meczuban- ı ilahiye' denirmiş. Yani günün halk diliyle 'Allah'ın delisi!'
Derviş Mehmet önüne gelen genç adamı süzmüş ve "git bize köfteli çorba getir" demiş.
Eşrefoğlu pazara gider, arar tarar, köfteli çorba bulamaz. Köftesiz bir çanak çorba alıp getirir. Derviş Mehmet Efendi çorbaya bakar ve "Hani bunun köftesi" diye sorar. Eşrefoğlu, "Sultanım köftelisi kalmamış. Yarın getiririm inşallah" der.
Derviş yolda bulunan çamurdan alır, çorbaya atar. Karıştırır ve Eşrefoğlu'na verir. "Ye şunu" der. Genç adam eyvallah deyip yemeye başlayınca da Derviş Mehmet, yolu hak ettiğine nazire olarak; "Ya sen olmayıp da kim olsa gerek?" buyurur.
Böylece ilim irfan yolunun uzun koşusu kapılarını açar.
Rumi'nin asıl adı Abdullah'tır. 1353 yılında İznik'te doğmuştur. Şiirlerinde daha çok Eşrefoğlu Rumi mahlasını kullanırken zaman zaman sadece Eşrefoğlu veya Rumi olarak da tanınmıştır.
Mısırlı olduğuna kaynaklar ittifak eder. Babası Eşref Efendi ise âlim ve şair bir zattır.
O hakikat arayışına girdiğinde dönemin en büyük velilerinden biri Emir Sultan'dır. Yolu ona çıkar. Fakat Emir Sultan yaşlanmıştır, genci Hacı Bayram'a gönderir. Gittiğinde daha sonra Fatih Sultan Mehmet'in velisi olacak olan Ak Şemseddin de oradadır.
Hacı Bayram genç talibe abdesthane temizliği vererek benliğini dener. Sonunda bu zor imtihanlardan geçen Rumi tekkenin imamı olur...
Hacı Bayram Veli onu öyle sever ki, kızı Hayrunnisa Hatun ile evlendirir ve halife olarak İznik'e gönderir. Fakat Rumi, İznik'te fazla kalamaz yeniden Bayram Veli'ye döner. Bir eksiklik hissetmektedir. Bu kez şeyhi onu Geylani hazretlerinin beşinci göbek torunu şeyh Hüseyin Hamavi'ye gönderir.
Şeyh Hüseyin ona Kadiri tarikatının temsilciliğini verir. Bu garip adamın iki ay dolmadan icazet alması yıllardır ders gören talebelerini şaşırtır.
Eşrefoğlu Rumi İznik'e döndüğünde inzivada bir meczup gibi yaşamaya başlar, ta ki bir gün keşfedilene kadar...
Eşrefoğlu Rumi sohbetlerinin yanı sıra ilahileri ile de coşarak halkı irşada davet edermiş. Divanındaki şiirlerinin çoğu böyle. Ünü İznik'ten başka birçok şehri de kaplamış. Osmanlı saray görevlileri arasında da muhipleri, bağlıları olmuş. Fatih Sultan Mehmet hanın meşhur veziri Mahmut Paşa onun müritleri arasında imiş. Öte yandan zaman zaman ve de sık sık inzivaya çekilen Eşrefoğlu daima saray çevresinden uzak kalmayı tercih etmiş, sakınmış.
Eşrefoğlu Rumi hazretleri 1469 tarihinde vefat ettiğinde yüz yaşının üzerinde imiş.
Onu bu nefes kesen irfan macerasına burada bir nokta koyalım, esas zenginliği kitaba bırakalım.
Belki en son şiirinden, daha doğrusu bizim bilgelerin hikmeti şiirle söyleşinden bir örnekle final ederiz:
"Bitmedi bitmeyiser bu dünya işi Bitmez ise ko ki kalsın n'olusar Aşk ki gelince cümle işler biter Bitmezse de ko ki kalsın n'olusar..."