Kaderin örsünde zamanın çekiciyle dövülmüş bir demir parçasının kızgınlığı.
Soğuk suya daldırılıp çıkarılmış, dövüldükçe çelikleşmiş.
Böyle bir yazarlıktan söz ediyoruz.
Ağabey 80 İhtilali'nden sonra idamla yargılanmış. Felçli babanın kalbi bu acılı bekleyişe daha fazla dayanamamış. Kanatları demirden bir kuşun ağırlığında uçup gitmiş. Baba toprağa sırlanmış; abi 10 dakika sonra gelmek üzere gittiği karakoldan, önce kendisinden tam 70 gün haber alınamamış, sonra Mamak zindanlarına taşınmış.
İşte böyle bir mecburiyet... Ölmüş babanın ağzından, zindandaki ağabeye yazılan mektuplar... İlk yazarlık denemeleri...
Kurgusal edebiyata giriş...
Sonra ağabey öğreniyor mektupları yazanın kardeşi olduğunu. Sonra çıkıyor hapisten ve bir trafik kazasında kaybediyor zindanda biriktirdiklerini.
Hayatını, yarım kalmış yaşanmışlıklarını, umutlarını. Peşi sıra sürüklüyor annesini.
Yazar bırakıyor elinden kalemini.
Elinden bırakıyor ama derunundaki kalem yazmaya devam ediyor. 2011 yılında el, kalem ve kağıt yeniden buluşuncaya kadar gizli ve ısrarlı bir biçimde yazıyor.
***
Romanlarda etkileyici girişlere bayılırım. Bahadır Yenişehirlioğlu'nun Beyaz Usta Siyah Çırak romanında olduğu gibi. Giriş okuru kavramalıdır; bir çengel atıp peşinden sürüklemelidir;
"Senin hikayeni anlatıyorum, kulaklarını aç ve dinle" demelidir.
Şu cümleler bana o duyguyu veriyor:
"Düşmanımla birbirimize iyice yaklaşıyoruz. Aynı anda dizginlere asılıyoruz, hızını kesemeyip şaha kalkıyor üzerinde güç bela durabildiğimiz kan ter içindeki küheylanlar. Artık yüz yüzeyiz. Düşmanım miğferinin siperliğini kaldırıyor. O anda yüzünü görüyorum, gözlerini. Sırtımdan gelen bir titremeyle buz kesiyor bütün vücudum. Derin bir sarsılışın esiri oluyor bütün varlığım." Sahne gözünüzün önünde bütün dramatikliğiyle canlandı değil mi? Peki, acaba kime ait olabilir kahramanımızı bu denli ürperten yüz? Okuyalım:
"Aynaya bakar gibiyim adeta, yüzümü görüyorum karşımda. Kendimle karşı karşıya geldim ben. Bu cenk yeri benim içim. Ben cengin ta kendisiyim.
Düşman da benim, düşmanımla savaşan da." Hepimiz öyle değil miyiz?
***
Siyah Usta Beyaz Çırak, Yenişehirlioğlu'nun ilk romanı değil. Kerime ve Son Hasat romanlarını çıktıklarında okumuştum. Aşk Cephesi, Aşk Çölü, Kanaviçe adlı romanlarından da haberdarım.
Sonra televizyon dizilerinde görmeye başladım kendisini. Yedi Güzel Adam ve Sevda Kuşun Kanadında.
İlk romanlarımda üslupçuluğu ile dikkatimi çekmişti. Bilahare kendisi ile tanıştığımızda yazarlığını aşan bir insanlıkla karşı karşıya olduğumu anlamıştım. Loş dehlizlerden geçilerek ulaşılan karanlık bir mahzenin duvarında asılı olan portrelerle çevrelenmişti yazar. Bakıldıkça derinleşen siluetlerin henüz sahiciliklerine kavuşmamış buğusunu üzerinde taşıyordu.
Bu romanı okuyunca yanılmadığımı anladım. Bu yüzden Beyaz Usta Siyah Çırak'ı bambaşka bir yere koyuyorum.
Hem içerik hem de üslup açısından.
Giderek billurlaşan bir dil ve anlatım hakim romana.
***
Siyah Usta Beyaz Çırak çok geniş bir zaman diliminde çocukluktan orta yaşlılığa doğru evrilen bir insanın kendini arayışını ele alıyor.
Paris'e de gitse, Kudüs'e de gitse aradığı kendisidir. Tahrif edilmiş kitaplarda bile tahrif edilememiş hakikatler bulabilir. Hayatına giren insanlar yoldaki işaretler haline gelir.
Normalde bir edebi eserde böyle zamansal sıçramalar kopuş olarak algılanabilir. Fakat bir arayışın sürekliliğinde, imajların tamamlayıcılığında bu bütünlük sağlanıyor. Ki bu süreç aynı zamanda eseri bir dönem romanı haline getiriyor.
Peki, aradığı nedir? Yazarın ifadesi ile söyleyecek olursak 'aşk'tır. Tensel değil tinsel aşktan bahsediyoruz.
Alemi saran, alemin kendisi olan aşktan.
'Bütün kainat Aşk'la yaratılmıştır' diyor yazar. 'Aşk imiş ne var ise alemde' geleneğinin izini sürüyor.
Gerisi ancak 'kiyl-u kaal'dir. İnsanlar ki o aşkın aşka ulamak için birer vasıtadır. Mürşidler, bir başka deyişle ustalar da öyle.
***
Modern zamanlarda bütün usta çırak ilişkileri gibi mürşit-mürit ilişkisi de gözden düşmüş durumda. Günümüz insanına en hafif tabirle absürt geliyor bu tarz ilişkiler. Arayışın arama motorlarından ibaret olmadığını anlatmak zorlaşıyor. Dünyanın sadece maddeden oluşmadığını, en doğru ilişki ve iletişim biçiminin pragmatizm olmadığını anlatmanın giderek zorlaşması gibi.
Ezoterizm, kendilerini seçilmiş gören mesihyanik cemaatlerin tarassutu altında. Semboller kirletilmiş, arketiplerin ırzına geçilmiş. Bütün serbest çağrışımlar peşinen sapkınlıkla itham edilmiş. Böyle bir ortamda yazarı cesareti için kutlamak gerekiyor.