İpek Yolu derin bir uykuya yatmış olabilir. Ama dünya dengelerinin değişmeye başlamasıyla yeniden canlanmanın eşiğinde. Huzursuz bir şekilde kımıldanıyor. Bu kımıldanışın değerini bilmek gerekir
İnsanlığın hikayelerini bilmezseniz cami minberlerindeki o motifi gizli teşkilat üyesi taş ustalarının şuuraltımıza gönderdiği bir subliminal mesaj zannedebilirsiniz. Uçu- Eki... Yantra... Shaddai... Magen David... Ya da Mühr-ü Süleyman... Farklı dillerdeki isimleri... İç içe geçmiş iki üçgenden oluşan, Naziler'in Yahudi mahkumların kollarına taktığı banttan İsrail bayrağına sıçrayan, Sion Yıldızı olarak da adlandırılan o sembol... Taş ustaları tarafından kurulan bütün teşkilatlardan daha eski aslında. Erkeği ve kadını, yaratıcı Vişnu üçgeni ile yıkıcı Şiva üçgeninin birlikteliğini, ruh ve maddeyi, yerin ve göğün evliliğini, hatta bazı kültürlerde makrokozmozu simgeliyor. Peki nasıl oluyor da bu motif Hindistan'dan Çin'e, Kırgizistan'dan Anadolu'daki ücra bir köye taşınıyor; mabedlerde, kümbetlerde, evlerde, halılarda, sürahilerde aynı şekilde var oluyor. Tabii ki yollar sayesinde...
***
Tarih boyunca dünyanın hep farklı merkezleri olmuştur. Ve bu merkezleri birbirine bağlayan, merkezleri oluşturan, yaşatan ve dağıtan yollar... Yol ve merkez birer sarmal. En kadimleri Tariku'l Harir... Bir başka ifadeyle 'cadde'... Route de la Soie... Silk Road... Ya da literatüre 1877 yılında Ferdinand Freiherr von Richthofen tarafından kazandırılan adıyla 'Seidenstrafen.' Yani İpek Yolu... Kulaklarımızdan silinmeyen o eşsiz müziğiyle ve rahmetli Sacit Onan'ın müzik gibi sesiyle hafızalarımızda yer eden belgeselde, bir kısmı anlatılan o yol.
***
İpek Yolu deyince aslında bir hattan söz etmiyoruz. Bir noktada başlayan ve başka bir noktada nihayete eren bir çizgi değil o. Ana damarları, atar damarları, kılcal damarları olan; eski dünyayı baştan uca kaplayan, binlerce kilometrelik bir dolaşım ağı. Bu ağda sadece ipek kervanları dolaşmıyor. İpeğin yola adını vermesi yüzyıllar boyunca değerini yitirmeyen ve mütemadiyen değiş tokuş edilen bir meta olmasından kaynaklanıyor. Altın, gümüş, demir, sahtiyan, safran, kök boya, sürü hayvanları, mamut dişleri, tarım ürünleri, dokumalar... Yolların örüldüğü coğrafyalarda çıkan, bulunan, üretilen ne varsa kervanların sırtında... Şu halde "Marco Polo'nun Moğolistan'da ve Çin'de ne işi vardı" sorusu daha anlamlı. Genç Marco, doğunun zenginlikleriyle gözleri kamaşmış bir Avrupa 'köylü'sü! Babasının maiyetiyle kıymetli taşlar, porselen, Sibirya kürkü, parfüm ve ilaç hammaddesi almak üzere yola çıkmış bir tüccar.
***
Hattızatında kervanlar sadece mal taşımıyor. Daha da önemlisi insan taşıyor. Düşünceler, inançlar birbiriyle buluşuyor, kaynaşıyor yollarda. Müslümanlık, Hıristiyanlık, Budizm ve sair dinler, inanışlar kervancılar eliyle yayılıyor kıtalara. Peygamber henüz hayattayken dininin Şam'da, Bağdat'ta, Habeşistan'da tanınması ve mümin bulması bu sayede... Kervancıbaşının Ebubekir ya da Ömer olduğunu canlandırın gözünüzde. Bu zaviyeden bakarsak belki de 'yolgeçen hanı' o kadar da kötü bir mekan değildir. Gangsu'dan Beypazarı'na uzanan bu hanlar, kervansaraylar sadece yolcuların bineklerini yemleyecekleri ve yatıp zıbaracakları yerler değildir çünkü. Bir değişim halitasıdır.
***
İpek Yolu'nu bir bütün olarak tanımlamak zor... Nerede başlar, nereden geçer, nerede biter? Bu sorulara herkes farklı yanıtlar veriyor. Çin için, Azerbaycan için, Kırgızistan için, İran için, Moğolistan için ve Türkiye için farklı yanıtları var sorunun. Tıpkı bugün olduğu gibi... ABD'nin, Almanya'nın, Rusya'nın, Çin'in ve bağlantılı ülkelerin hepsinin kendi vizyon ve planları var yolla alakalı.
***
"Sosyal hadiseler tek bir sebebe irca edilemez" der bilimcilerimiz. Yine de ben "Osmanlı Devleti için sonun başlangıcı nedir" sorusuna 'coğrafi keşifler' yanıtını vermeyi seviyorum. İpek Yolu, Konya, Kayseri, Sivas hilalinden geçerek Bursa'ya kadar uzanıyordu. İstanbul fethedilince buna Bursa, İstanbul, Edirne hilali eklendi. Mısır'ın alınmasıyla birlikte yolun önemlice bir kısmı Osmanlı'nın denetimine girdi. Yol zenginlik demekti. Sivas vilayetinin bütçesinin Fransa devletinden büyük olması bu yüzdendi. Tam da Yavuz'un Mısır'ı sınırlarına kattığı yıl Vasco De Gama döndü Ümit Burnu'nu. Onu diğer kaşifler takip etti. Uzak kıtaların zenginliklerini Avrupa'ya taşımak için karadan gitmeye ve yol üzerindeki devletlere vergi ödemeye gerek kalmadı. Tonlarca altın ve gümüş yığıldı limanlara. Yüksek para basıncı, para ve gümrük sisteminin çökmesi... Böyle devam ediyor hikaye... Mehmet Genç'e selam olsun.
***
İnsan aynı ırmakta iki kez yıkanamaz, aynı yoldan iki kez geçemez; doğru. Yol artık fiziksel bir kavram olmaktan çıkmaya başladı; bu da doğru. Fakat yine de kim Çin'de üretilen bir malın gemilerle Avrupa'ya ulaşmasını kırk beş gün bekler; kara ve demir yoluyla 10 günde gelebilecekken? Kim dünyadaki üretimin yarısından fazlasını yapıp kârın beşte birinden azını almayı gururuna yedirebilir? İpek yolu uzun ve derin bir uykuya yatmış olabilir, fakat ölmemiştir. Hatta dünya dengelerinin değişmeye başlamasıyla birlikte yeniden canlanmanın eşiğindedir. Huzursuz bir şekilde kımıldanmaktadır yol. Bence bu kımıldanışın değerini bilmek gerekir. Sadece ticari olarak değil, sanatsal ve kültürel olarak da.
PRESTİJ KİTABI
Yukarıdaki satırlar Türk Kültürüne Hizmet Vakfı'nın
İpek Yolu kitabını okuduktan sonra yazıldı. Büyük boy, kuşe kağıda baskılı, fotoğraflı, 528 sayfalık devasa bir eser. 26 telif makaleden oluşuyor. İtiraf edeyim, prestij kitabı adı verilen tür bana hep itici gelmiştir. Genellikle, kütüphanenizin kolayca görünen bir köşesine koyar ve sahip olmakla gurur duyarsınız. Ayda yılda bir merak ettiğiniz bir makaleyi ararken açarsınız kapağını. Bu defa öyle olmadı. Vakıf başkanı Şerafettin Yılmaz'ın önsözünden başlayarak bütün kitabı zevkle okudum. Şerafettin Yılmaz'ın bu kitap için özel bir gayret gösterdiğini öğrendim; kendisine teşekkür ederim. Uzun zamandır böylesine bilgilendirici ve aydınlatıcı bir kitap okumamıştım. Üstelik zevkli bir editörün denetiminden geçtiği her halinden belliydi. Editör Prof. Dr. Ahmet Taşağıl'a da teşekkür ederim. Kitaba destek veren Yunus Emre Enstitüsü, TİKA ve Türk Dünyası Belediyeler Birliği de tebriği hak ediyor.