Haggadah'ta anlatılan bir hikayedir. Şöyle başlar:
"Babam bana bir kuzu aldı pazardan, iki paraya. Düzenbaz kedi yattı pusuya ve zıplayıp yuttu kuzucuğu bir lokmada. Sonra köpek geldi, babamın aldığı kuzuyu yiyen kediyi boğdu. Sonra sopa geldi; babamın aldığı kuzuyu yiyen kediyi boğan köpeği dövdü. Sonra yangın çıktı; ateş babamın aldığı kuzuyu yiyen kediyi boğan köpeği döven sopayı yakıp kül etti. Sonra su geldi..."
Sonra inek gelir, sonra kasap gelir ve böyle devam eder hikaye. Bu bir kısır döngüdür.
Had Gadia yani Kuzucuk adlı bu Yahudi ninnisini her dinleyişimde ağlarım. Çünkü bu artık benim için bir Filistin ninnisidir. Dünyanın en itilmiş, kakılmış ve gariban halklarından birinin, en az kendisi kadar gariban bir başka halkı kendisine kurban seçmesinin hikayesi:
"Zalimin mazlum ile celladın kurban ile dönüp durduğu bu dehşet çemberi daha ne kadar sürecek böyle?" Ve şu cümle benim için İsrail tarihinin kısa bir özetidir:
"Bu yıl benim değişen. Eskiden uysal bir kuzuydum; sonra bir kaplan oldum ve vahşi bir kurt."
***
Bazı Haçlı askerleri Kudüs seferine çıkmadan önce şöyle dediler: "Durun! Biz oraya kâfirleri öldürmeye gidiyoruz. Ama kâfirler burada da var. Önce buradakileri öldürelim."
Kimi kastediyorlardı sizce? Elbette Yahudileri.
Öldürdüler de. 1945'e kadar Avrupa ve Kuzey Asya kavimleri Yahudileri sayısız katliamdan, pogromdan, soykırımdan geçirdiler. Onları dinlerini ve kültürlerini yaşatmamaya, 'topluluk olarak hiçbir şey, birey olarak her şey' olmaya, dönüşmeye ve kaybolmaya zorladılar. "Kippa takmayın, sakalınızı kesin, saçınızı uzatmayın, herkes gibi görünmeye başlayın."
Bu yüzden, katılmasam da anlıyorum Ari Şavit'in "Yahudi halkının hayatta kalmak için Kutsal Topraklar'a ihtiyacı vardı" demesini.
Fakat anlamıyorum bu 'fantastik kurgu' için Filistin'in yok edilmesini.
***
Avrupa Yahudilere iki zehirli virüs enjekte etti. Bunlara kolonyalizm ve siyonizm diyoruz. Aranızdan bazı cahiller Siyonizm'in bir Hıristiyan icadı olduğunu bilmeyebilir. Püritenlerin Amerika'ya giderken kendilerini kutsal toprakların yolcuları olarak gördüklerini, Amerika'yı vaad edilmiş toprak olarak tanımladığını bilmez onlar. Püritenlerin Amerika'ya giderken "Biz aslında gitmiyoruz, geri dönüyoruz" dediğini de bilmezler. Yeni Amsterdam'ın, Yeni Kenan'ın, Yeni Jerusalem'in; onlarca Bethlehem'in, yani Beytüllahim'in neden kurulduğunu düşünmemişlerdir. Tıpkı Fransızların Nijerya'yı işgal ettiklerinde söyledikleri gibi: "Biz Latiniz, bu topraklar aslında Latinlere aittir ve biz buraya geri dönüyoruz."
Bu bir kopya ideolojidir.
Ari Şavit'in Vaat Edilmiş Topraklarım kitabını işte bu gözle okuyorum. Kitabında anlattıklarından çok bana hatırlattıklarını düşünüyorum. Masum bir kuzunun kurda dönüşmesinin hikayesi ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi, diyorum.
***
Şavit'in dedesi Herbert Bentwich... Siyonistkolonyalistlerin öncülerinden. 1897 yılında Filistin'e ulaşan keşif gemisinin lideri. Theodor Herzl'in sıkı bir takipçisi. 'Vatana dönüş' fikrinin yılmaz savunucusu. Asimile ve dejenere edilmiş Yahudiliğin bariz bir temsilcisi.
"Büyük dedem Yafa'dan Mikveh İsrail'e şık bir trende giderken, Filistin'in Ebu Kabir köyünü görmüyordu. Rişon LeTsiyon'a giderken Filistin'in Yazur köyünü görmüyordu. Ramla'ya doğru ilerlerken, Filistin'in Safarand köyünü görmüyordu. Ve Ramla'da buranın aslında bir Filistin kenti olduğunu gerçekten görmüyordu."
Evet, aşırı detaycı oldukları halde öncü Siyonistler Filistin topraklarında yaşayan yüzbinlerce Müslüman'ı, Hıristiyan'ı; 20 kenti, onlarca kasabayı, yüzlerce köyü görmüyordu. Peki ne görüyorlardı? Sahipsiz bir toprak!
"Bentwich bu sahipsiz topraklara bakarken sükuneti, boşluğu ve vaat edileni görür."
***
Bu konu beni uzunca bir süredir meşgul eder. Şairin 'geleceğin kara gözlü zalim' olarak betimlediği insan tipi nasıl ortaya çıktı. Yıllar önce kendisi de bir Yahudi entelektüel olan Gil Anidjar şöyle demişti bana:
"Yahudi şeriatı ve geleneği çarpıtıldı. Bu aslında son derece Lutheran bir yaklaşım. 'Sadece metinler var ve başka hiçbir kaynak yok' diyorlar. Bu imkansız. Şüphesiz biz şerhe, açıklamaya ve geleneklere ihtiyaç duyuyoruz metni anlamak için. Hıristiyan reform hareketi, dini 'sadece metin'e indirgedi. Bunun günlük hayattaki karşılığı 'sadece toprak' oldu. İnsansız bir toprak-ülke anlayışı gelişti. Ülke üzerindeki insanlar önemsizleşti."
Siyonistler işte bu anlayışı da devraldılar. Böyle kurdular Filistin'deki ilk kolonilerini.
***
Vaat Edilmiş Topraklarım'ı okuduğunuzda görüyorsunuz ki ilk keşif gezisine yazarın dedesi ile birlikte katılan
Getto Çocukları kitabının yazarı İsrail Zangwill durumun farkında. New York'ta yaptığı konuşmalarda şunları söylüyor:
"Arapların bu birkaç kilometrelik alana bağlı kalmaları için hiçbir özel sebepleri yok. Çadırlarını toplayıp sessizce ayrılmaları onların herkesçe bilinen alışkanlığıdır. İzin verelim de şimdi bu alışkanlıklarının bir örneğini sunsunlar. Onları yola düşmeleri konusunda nazikçe ikna edelim."
Peki Araplar nazikçe ikna edilemezlerse ne olacak? Onun yanıtını da veriyor Zangwill:
"Burada hakim olan bu kabileleri tıpkı atalarımızın yaptığı gibi kılıçla kovalayacağız."
20. yüzyılın en acıklı, vahşi işgal ve istila hikayesinin arka planını oluşturan bu zalim düşüncedir.
***
Avrupa, Yahudilerden yüzyıllar boyunca rahatsızdı. Avrupa için Yahudiler kovulması gereken insanlardı; Yahudiliği bünyelerine yapışmış bir safra gibi gördüler. Her fırsatta aşağıladılar, sürdüler, öldürdüler. Toprak edinmelerine ve kendi vatandaşlarına sağladıkları medeni haklardan yararlanmalarına bile izin vermediler.
Kanaatimce Siyonist Federasyonu'nun İngiliz Hükümeti ile yaptığı görüşmeler sonrasında şekillenen bu büyük göç planı Yahudilerin son büyük sürgününün başlangıcı oldu. Bakın ne diyor İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Balfour, Lord Rotschild'e gönderdiği taahhütnamede:
"Majestelerinin Hükümeti, Yahudi halkı için Filistin'de milli bir yurt kurulmasını uygun bulmaktadır ve bu amacın gerçekleşmesi için büyük bir çaba gösterecektir."
Nitekim gösterdiler. Yahudileri başlarından atıp tarih boyunca neredeyse hiç ihtilaf yaşamadığı bir ulusun başına bela ettiler. Devamını kitaptan okuyabilirsiniz.
Başka kaynaklardan da yararlanmak isterseniz Leon Uris'in Türkçe'ye Hacı olarak çevrilen belgesel romanını ve iki Fransız gazetecinin, Dominique Lapierre , Lapierre Collins'in, yazdığı Kudüs Ey Kudüs kitabını öneririm.