CHP tarihine dönük incelemeler bu partinin 1930'larda, devletin kurduğu partiden devleti teslim alan partiye dönüşürken bu gelişmeyi (daha doğrusu gerilemeyi) Avrupa'da aynı yıllarda yükselen totaliter rejimlere, onun etkisine bağlar. Gene aynı dönemde CHP, bahsettiğimiz partileri kuran ideolojilerde yani Nazizm ve faşizmde görülen ırkçı eğilimlerden söz eder. Bunların hepsi doğrudur. Bahsettiğimiz dönemde Almanya ile İtalya CHP tarafından dikkatle izlenmiş ve incelenmiştir. CHP'nin bu dönemde büsbütün katılaştırdığı bu otarşik-oligarşik yapı, onun hegemonik bir parti olarak çok uzun süre iktidarda kalmasına yol açmış, neticede bu parti bütün toplumun üstünde, onu 'regüle' eden bir siyasetle bütünleşmişti. Belirttiğim tespit elbette doğruydu. Ama her zaman dikkatimi çeken şey, CHP'nin bir siyasal hareket olarak bahsettiğimiz totaliter hareketlerden çok önce ortaya çıkmasıydı. Bunun tersi olabilir mi, yani acaba CHP o partileri hiç mi etkilememiştir sorusunu doğrusu hemen hemen hiç sormamıştık. Araştırmadığımız bu sorunun cevabı, Stefan Ihrig'in şimdi Türkçeye de çevrilen kitabında "Evet, tam da öyle" diye veriliyor.
KİTABIN ADI SORUNLU
Bu etkileyici, bizim açımızdan hatta çarpıcı kitabı İngilizcede ilk çıktığında aldım, okudum. Uzun süre masamın üstünde durdu ve hakkında bir şey yazmak istedim. Fakat o sırada çevrildiğini duydum. Şimdi Türkçe metin de elimin altında. Hemen belirteyim kitabın Türkçe adını sorunlu görüyorum. Özgün adı Nazi İmgeleminde (Muhayyilesinde) Atatürk. Türkçeye ise Naziler ve Atatürk diye çevrilmiş (Ahmet Fethi Yıldırım tarafından). Birincisi daha geniş bir perspektif sunuyor, zamanları çapraz kesiyor ve farklı dönemlerde farklı oluşumlara işaret ediyor. Kitap da tamamen bu mantıkla örüldüğünden o ad kitabı kavrıyor. Türkçe ad ise meseleye bir 'olgu' şeklinde ve hayli sert ve kestirmeden yaklaşıyor. 'İmgelemde Atatürk' dediğinizde farklı düzlemlere yayılıyorsunuz. Daha da önemlisi 'bitmeyen' bir şeyden söz ediyorsunuz ki, evet, Ihrig tamı tamına bunu belirtiyor. Madem buradan başladım, daha öteye gitmeden Türkçe yayının kapağını da haddinden fazla sorunlu bulduğumu işaret edeyim. İngilizce kapak ise totaliter sanat diye derslerde anlattığımız 1930'lardan seçilmiş, meseleyi, iki ülke arasındaki ilişkiyi, dönemin ruhunu bütünüyle yansıtan bir 'imaj'. Türkçe kitabın kapağı ise Hitler'i, Gamalı Haç'ı ve Nazi kitlelerini vurguluyor. Halbuki, kitapta bütün bu olgular edilgin, Kemal Atatürk etkindir. Hele NAZİLER sözcüğünün büyük, Atatürk sözcüğünün küçük yazılması kitabı daha baştan ucuzlatıp, bambaşka bir mecraya taşıyor. Bugünkü görsellik çağında bu işlerin ne kadar önemli olduğunu demek ki, henüz, öğrenmemişiz.
ALMANLAR VE OSMANLILAR
Hadise, yazara göre, bütünüyle Atatürk'le ilişkili ve bağlıdır. Ve gene bütünüyle 'milli mücadele', 'milliyetçilik' ve 'bağımsızlık' temelinde gelişir. Kaynak ise 1. Dünya Savaşı'ndaki mağlubiyettir. İki müttefik de, Almanlar ve Osmanlılar, savaştan hezimetle çıkmıştır. İki imparatorluk da pul gibi harcanmıştır. İş, savaş sonrasını düzenleyen anlaşmalar zincirine gelmiştir. Bunlar Paris, Versailles ve Sevres antlaşmalarıdır. Önce Paris Barış Konferansı toplanır. İki imparatorluk da orada 'halledilir'. Almanlara özel 'durumları' Versailles, Türklere de Sevres ile 'bildirilir'. (Bu, meşhur ve bana göre hâlâ Avrupa meselelerine köken oluşturan Paris Barış Konferansı'nın öyküsü Margaret MacMillan tarafından Peacemakers isimli kitapta nefis bir şekilde anlatılır. Kitap önce ODTÜ sonra Alfa Yayınları tarafından Türkçede yayınlandı. Ama yetmez. MacMillan'ın Barışı Bitiren Savaş isimli kitabı da 1. Dünya Savaşı'nın (gene neden o savaşın bugün de devam ettiğini anlamak için) muhakkak okunması gereken bir yapıttır. O da Alfa Yayınları'ndan çıkmış.) Türkler, Anadolu'da, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde örgütlenir ve Sevres'in hükümlerine karşı çıkar. Üç yıl süren savaşın sonunda yeni bir devlet kurulmuş, yeni bir yurt kazanılmıştır. Bu, milliyetçi bir kalkışmadır. O sırada Almanya'da da Versailles'ın getirdiği yıkım sürmektedir ve alttan alta, yavaş yavaş örgütlenen Naziler (nasyonal sosyalistler) de, diğer siyasal gruplar da, Ihrig'in kitabının çok iyi araştırılmış birinci bölümünden öğreniyoruz ki, Kemal Paşa'yı günü gününe ve nefes nefese ilgili yayın organlarında izlemektedir. Başka hiçbir ülkede, basında görülmedik oranda bir dikkat vardır Almanya'da ve Ihrig'in kitabına ad seçtiği 'gerçek' (daha doğrusu mitoloji) o sırlarda Kemal Paşa etrafında Alman 'imgeleminde' oluşur. Kemal Paşa, mitolojik bir kahraman olarak önce genel olarak Alman bilincini (ve bilinçdışını) sonra da özel olarak nasyonal sosyalistlerin 'Führer' kültüne dayanan zihinlerini kaplar. (Hemen belirteyim, Nuri M. Çolakoğlu'nun Dünya Basınında Atatürk isimli kitabı dışında bu konuda, dış dünyadaki Atatürk kültü konusunda, elimizde hemen hemen hiç kaynak bulunmuyor.) Oysa, Ihrig'e göre Kreuzzeitung gazetesinde Türkiye üzerine 1919'da 194, 1920'de 369, 1921'de 454, 1922'de 853, 1923 Ağustos'a kadar 323 yazı yayınlandı (s. 39). Akıl karıştırıcı rakamlar bunlar. Gene yazara göre, 1923'ün başında ve 1922 yazında Alman basınında 1923'ün başında Alman gazetelerinde Türkiye 'günlük, bin defa' okunabiliyordu (s. 41). Kısacası, Mustafa Kemal Paşa, kendisine bir çıkış, yeni bir umut arayan Alman siyasetinin 'rol modeli' olmuştu. (Bu kavram kitapta neredeyse başlı başına bir bölüm olarak irdeleniyor. Ama çevirmenin neden 'rol modeli' değil de 'rol-model' dediğini anlayabilmiş değilim. Neticede Türkçe yazıyoruz.) Yıllar önce okuduğum, İhrig'in de bir dipnotta kullandığı, Michael Kellogg'un The Russian Roots of Nazism: White Emigres and the Making of National Socialism 1917-1945 (Nazizmin Rus Kökeni: Beyaz (Rus) Göçmenler ve Nasyonal Sosyalizmin Oluşumu) kitabından çok etkilenmiştim. Bizim, tarihi hayli didaktik ve 'kendinde sonlu', her türlü mukayese ve etkileşimden uzak yazma alışkanlıklarımızla (bu, Kemalist tarih yazımının bir yöntemi ve sonucudur) şu mukayeseli yaklaşımlar arasında çok önemli bir fark var. Sonunda her şeyin her şeyi etkilediği bir dünyadayız. Ihrig'in kitabı bize bu gerçeğin bizimle ilgili kısmını veriyor ve Naziler için asıl tayin edici kişinin (öncelikle kişi, siyaset değil) Mussolini değil, Mustafa Kemal olduğunu ortaya koyuyor. Mustafa Kemal, Naziler için bir rol modeli, kazandığı büyük başarı ve prestijle de bir yöntem kaynağı. Hitler bu gerçeği sayısız defa ve sayısız yoldan dile getiriyor. Birçok konuşmasında Mustafa Kemal'den neler 'öğrendiğini' açıklıyor. Türkiye ve Atatürk'e hayranlık derecesinde bir saygı duyuyor. (Kitapta, bunun neticesinde, Berlin'de görevdeyken ölen Türk Büyükelçi Kemalettin Sami Paşa'nın cenazesinin Türkiye'ye nakli töreni bütün ayrıntısıyla anlatılıyor.) Kuşkusuz, Mussolini'nin Milano'dan Roma'ya yürüyüşünden de etkilenmiş ve öğrenmiş bir lider Hitler ama, ona olan saygısını kaybediyor. Mustafa Kemal'e ise sonuna kadar bağlı kalıyor. O kadar ki, Hitler, sırf Türklere saygısından ötürü ve biraz da bilinçdışında onların hiç yoktan bir ulus çıkaracak kadar savaşkan bir topluluk olmasından duyduğu çekingenlikten (işte, bir kere daha, 'imgelemin' önemi) Türkiye'ye 2. Dünya Savaşı sırasında bulaşmıyor, Ihrig'e göre. İkincisi, Türkiye, Batı yanlısı olarak 1945'te Almanya'ya savaş ilan ettiğinde, bu dahi, Alman basınında 'anlayışla' karşılanıyor ve Türkiye kınanmıyor veya eleştirilmiyor, 'zorunluydular' deniyor. Kısacası Atatürk, bir kurtarıcı, çok güçlü bir lider (Führer) ve dönüştürücü bir kişilik olarak Nazi imgelemini, birkaç düzeyde kuruyor.
KURTULUŞ SAVAŞI'NIN ETKİSİ
Ihrig bu konuyu altı bölümde ele almış. İlk bölümde 1919 dönemini incelemiş: Almanya'ya Türk Dersleri. Burada Kurtuluş Savaşı yıllarının Almanya'ya etkisi anlatılıyor. İkinci bölüm Hitler'in meşhur Münih 'Birahane Baskını'nı nasıl Kemal Paşa'dan etkilenerek yaptığını çözümlüyor: Hitler Darbesi ve Türkiye. Ardından gelen bölüm Hitler'in 'Karanlıkta Yıldız'ı başlığını taşıyor. Bölümün alt başlığı yeterince açıklayıcı: 'Atatürk'e ve Onun Yeni Türkiye'sine Nazi Hayranlığı'. Dördüncü bölüm. Türk Führer. Bu hayli önemli bölüm, Nazilerin 'kült figür' yaratma özelliğini irdeliyor ki, burada yaratılan 'kimlik' Kemal Atatürk. Belki Türkiye'dekinden daha da etkileyici bir yönelim var, bu değerlendirmeye göre, Almanya'da, Atatürk'e dönük. Atatürk, neredeyse Türkiye'den önce Almanya'da bir kahraman. Beşinci bölüm, Hitler Almanya'sının Türkiye'den bir kere daha etkilenmesine yol açan 'Türkiye olgularını' ele alıyor: Yeni Türkiye. Bu bölüm bizim kabaca 'popülizm' ama daha doğru çeviriyle 'halkçılık' diyeceğimiz ideolojinin, bir manada da 'ırkçılık' içeren tonlamalarıyla iki ülkede nasıl geliştiğini irdeliyor. Kitabın asıl can alıcı bölümlerinden biri bu. Atatürk'ün daha 1920'lerde gerçekleştirdiği 'devrimleri, bilhassa laikliği, saltanatı, hilafetin kaldırılışını öne çıkarıyor. Bunların, 'yeni düzen' kurmak, eskiyle bağ kesmek bakımından Nazileri nasıl etkilediğini irdeliyor. Ama burada kritik bir eşik var: Ermeni hadisesi. Ihrig, konuyu ayrıntısıyla ele alamayacağını belirtiyor. Doğal. Ama yaptığı değerlendirmede Ermeni katliamının Nazilerin gerçekleştirdiği soykırım üstünde ne türden bir etkisi olduğunu biraz hızlı da olsa epey çözümlüyor. Aynı şekilde mübadele, Rumların Türkiye'yi terk etmesi de 'tehlikeli paraleller' olarak kitapta sorgulanıyor. Son bölüm ise, II. Dünya Savaşı ve Türkiye, yukarıda değindiğim gibi, Hitler'in, Türkiye'yi 'nasıl rahat bıraktığını' el almış. Konuyu irdeleyen literatüre çok önemli bir katkı bu bölüm de.
ATATÜRK VE TÜRKİYE ROL MODELİ
Kudüs'teki Van Leer Enstitüsü'nde çalışan tarihçi Ihrig'in kitabı, bu sayfalarda ele aldığım, Stefan Plaggenborg'un Tarihe Emretmek: Kemalist Türkiye, Faşist İtalya, Sosyalist Rusya (İletişim Yayınları) isimli kitabıyla birlikte bize yeni bir ufuk açıyor ve konuya hiç bakmadığımız bir açıdan yaklaşıyor. 'Oradaki' Türkiye etkisini ve imgesini yerli yerine oturtuyor. Fakat, Türkiye'deki yönetimin faşizmi bir ideoloji ve siyaset yöntemi olarak ne kadar benimsediği, o kaynaklardan ne kadar etkilendiği hâlâ araştırmayı gerektiren bir konu. (Sadece tarihçi Fikret Adanır bu konuyu ele almıştı bir makalesinde: Kemalist Authoritarianism and Fascist Trends in Turkey During the Interwar Period. Bu makale Stein Ugelvik Larsen'in editörlüğünü yaptığı, Fascism Outside Europe isimli kitabındadır. Ama orada da bu türden bir analiz bulunmuyor.) Kuşkusuz bildiklerimiz var, Ihrig de değiniyor. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında öne çıkan Turancılık akımı ve Almanya'nın savaşı yitireceği anlaşılınca İnönü'nün 'bir gecede' o kanadı kesip atması. Gene de Almanya ve Hitler, İtalya ve Mussolini, Türkiye'de sistem siyaset yöntemi olarak çok etkilense de, Nazilerin Atatürk ve Türkiye'yi benimsemesine oranla daha az benimsendi. Hatta bu etkilenişin üstü hep örtüldü. Ne var ki, bu değerlendirişimde savaş sonrası dönemin hemen söz konusu dönemi reddedişi, unutturmak isteyişi de rol oynamış olabilir. Şöyle bir önermeyle bitireyim. Faşizmin yükseliş döneminde Atatürk ve Türkiye rol modeliydi. Fakat 1930'lara gelince 'şef' ve 'Führer' kültünün yaygınlık kazanması karşılıklı bir etkileşimle sağlandı. (Atatürk'ün en yakınlarının, F. R. Atay başta, İtalya'ya yaptıkları yolculukları biliyoruz. 1930'larda Hitler'e 'sen' diyen tek kişinin, sonradan öldürttüğü Röhm'ün de Türkiye ziyaretinden haberdarız. Nihayet Recep Peker, 1932 Mayıs'ında CHP Genel Sekreteri olarak gitti, incelemelerde bulundu, döndü ve 1935-36 sonrasında devlet parti kontrolüne alındı. Üstelik bu bizzat Atatürk tarafından gerçekleştirilmişti.) O dönemdeki Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi bu bakımdan hayli ilgi çekicidir ve Ihrig, değinse de bu konuları yeterince irdelememektedir. Ama şurası muhakkak ki, Türkiye'de sistemli faşizm 1940'lardadır ve bu da artık etkilenme akımının ters yönünü göstermektedir. Bir de, muhakkak ki Almanların 'yeni Türkiye' üstündeki etkisi Ihrig'in kitabında anlattığı üzere, Thorak'ın heykelciliğinin çok ötesindedir. Mimarlar bu bakımdan ayrı bir önem taşır. Ihrig, çok ilginç bir şekilde Thorak'ı ele alıyor ama diğer kısmını işin hiç söz konusu etmiyor. Halbuki etkilenmenin boyutları mimaride çok daha geniş, zengin ve etkileyicidir. (Sibel Bozdoğan'ın Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiye'sinde Mimarlık Kültürü (Metis) konuyu mükemmel şekilde inceler.) Bir de Ihrig, 1933 Üniversite Reformu ve Alman-Yahudi profesörlerle ilgili bir şey söylemiyor. Bu 'beyin göçü'nün iki ülke arsında, hem de o günlerde nasıl bir sonuç doğurduğunu daha farklı bir şekilde ele alabilirdi. (Bu da, Atatürk Türkiye'sinin Nazi Almanya'sından ne kadar etkilendiği sorusuyla ilgili ek araştırmaların önemini işaret eden başka bir konu. Arnold Reisman'ın Turkey's Modernization'i bu konuda çok önemli bir kaynak ama ilerletilmesi şart.) Yalnız, bitirirken bir noktaya değineyim: editör veya çevirmen, bir şey söylemek istediğinde, bunu dipnota taşımak için 'gamalı haç' işareti kullanıyor. Bu kabul edilecek bir şey değil. 'Grafik' bir 'yorum' olarak dahi kabul edilemez. Yeni baskılarda bu korkunç uygulama muhakkak değiştirilmeli. Çok ilginç, daha ileri araştırmalara kapı aralaması gereken bir kitap Ihrig'in kitabı.