Fahrettin Cüreklibatır'ın henüz Cüneyt Arkın olmadığı, daha İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okuduğu yıllar. Sinema henüz yok hayatında. Ama edebiyata çok düşkün. Arkadaşları Cengiz Çelikten ve Tekin Elagöz ile birlikte Erek adlı bir edebiyat dergisi çıkaracak, cebindeki üç beş kuruşu da bu dergiye yatıracak kadar hem de... Cemal Süreya'nın dikkatini çekiyor bu dergi. Bir akşam bu üç öğrencinin evine misafirliğe gidiyor. Şiir yazan Fahrettin'e, kaleminin aslında öyküye daha yatkın olduğunu söylüyor. Fahrettin de öyküye yöneliyor. Sonrasında dönemin önemli dergilerinden a dergisi'nde Fahrettin'in öyküleri yayımlanıyor. Aynı dönemde bu dergide öyküleri yayımlanan bir başka genç daha var. Adı da Yılmaz Pütün.
Fahrettin de Yılmaz da sonraları Türk sinemasının iki önemli oyuncusu olacak. Onları biz Cüneyt Arkın ve Yılmaz Güney olarak tanıyacağız. Cüneyt Arkın'ın şiir ve öyküleri, kimi dergilerde yayımlansa da kitap olarak basılmadı. Fakat Yılmaz Güney'in öykü ve romanları yayımlandı. İhsan Yüce'nin (Ekmek Şarap Sen ve Ben şiirinin şairi), Kemal İnci'nin (Erkin Koray'ın şarkısı olan Yalnızlar Rıhtımı'nın şiiri ona aittir) şair olduğunu pek bilmediğimiz gibi Arkın'ın ve Güney'in de edebiyatla ilişkileri, biraz da sinemacı kişiliklerinin fazla baskın olması nedeniyle gölgede kaldı. Tıpkı Fikret Hakan'ın yazarlığının (roman ve öyküleri vardır) starlığının gölgesinde kaldığı gibi…
Bunları neden yazıyorum… Eskiden edebiyattan sinemaya doğru bir geçiş vardı. Sinemada star olarak tanımlanan isimlerin bazıları bir roman, öykü ve şiir yazacak kadar edebiyata vakıftılar. Son yıllarda bu tersine dönmüş gibi. Artık sinemacılar edebiyata sığınmaya başladı. Romanlar, öyküler yazan oyuncular, yönetmenler çıkıyor karşımıza…
Yönetmen Ülkü Oktay'ın yeni çıkan Vesvese adlı öykü kitabını okurken aklıma düştü bunlar. Sonra düşündüm, Erkan Kolçak Köstendil'in Mukadderat, Ebru Cündübeyoğlu'nun Ferda romanları olduğu geldi aklıma. Nigahtar, Ölü Kuşların Sessizliği, Kelebeğin Kaderi, Bağlanma Korkusu derken Başak Sayan için yazı makinesi desek yeridir. Buğra Gülsoy, ilk romanı Birinci Kıyamet'ten sonra şimdilerde İkinci Kıyamet adlı yeni kitabını çıkardı. Feride Çetin'in Duyulur Dünyanın Sesi adlı öykü, Annemiz Aşktır adlı deneme kitabı bulunuyor. Gupse Özay çocuk kitapları yazmaya başladı. Daha da var...
Sinemacıların edebiyata sığınma eğilimini, bir heves olarak görüp hafife alanlar var. Bu tabii önyargılı bir tavır. Ama naçizane bu eğilim üzerine düşünmek gerek gibi geliyor bana. Onları yazı dünyasına iten nedenler nedir, kendi başlarına öykü ve romanlarında kurdukları dünyada bizlere neler anlatıyorlar, şu tuhaf zamanlarda nelerden dertleniyorlar?.. Heves deyip geçmeden önce bunlar üzerine biraz kafa yormak gerek. Yoksa zaten zaman, yapılan her şeyi nasıl yerli yerine koyuyorsa onların eserlerinin gerçek değerini de ortaya koyacak...
ELVAN KAYA AKSARI'YA DİKKAT!
Eski çalışma arkadaşım Mehmet Bediroğlu tavsiye etmişti At Sancısı romanını. Yazar Elvan Kaya Aksarı ile böyle tanışmıştım. 1950'lerin sonunda Menderes'in İstanbul'da at arabalarının kaldırılma kararı üzerinden bir hikaye anlatıyor roman bize. Hayata at arabasıyla tutunmaya çalışan Süleyman Bey ile Menderes'in kararını uygulamakla yükümlü bürokrat Barış Bey'i karşı karşıya getirip 1950'ler Türkiyesi'nden nefis bir kesit sunuyordu. At Sancısı, önce Everest Yayınları'nın düzenlediği İlk Roman Yarışması'nda birinci oldu. Geçenlerde de genç yazar Elvan Kaya Aksarı, Attila İlhan İlk Roman Vakıf Özel Teşvik Ödülü'ne değer görüldü. Yani diyeceğim o ki Aksarı'ya dikkat.
VERİMLİ BİR TARTIŞMAYA VAR MISINIZ?
Üstat Metin Celal'in, Facebook'ta herkese açık olan Özgür Edebiyat grubunda paylaşınca haberdar oldum, Can Koçak'ın Yazmanın Tarihi'nde yeni bir aşama: Dinletmek için yazmak başlıklı yazısından. Koçak hayatımıza yeni yeni giren sesli kitap meselesini ele alıyordu. Ve Koçak yazının sonunda da "Storytel gibi uygulamalar yeterince güçlenirse 'Spotify müzisyenlere zarar mı veriyor?' ya da 'Netflix sinemayı öldürür mü?' benzeri tartışmalar edebiyat üzerinden de başlayabilir. Şimdilik okur için 'kitap dinlemek', yazar için de 'kitap dinletmek' olarak özetlenebilecek bu eylemin, dil ve yazı arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeyi gerektirecek bir potansiyel taşıdığını söylemekle yetinelim" diyerek şahane bir tartışmanın da kapısını aralıyordu. Eee verimli bir tartışma değil mi?
OSMANLI'DA HAKKINI ARAYAN BİR KADIN
İlk kadın Türk romancılarından Fatma Aliye'nin kız kardeşi Emine Semiye, Osmanlı'da kadın hareketinin öncü isimlerinden biri olarak kabul ediliyor. Gazete ve dergilerdeki yazılarında feminizm kavramını kullanmaktan, ta o yıllarda bile sakınmıyor. Emine Hanım'ın romanlarını Vakıfbank Kültür Yayınları basmaya başladı. İlk kitap da Sefalet. Romanda entrika sonucu evinden kovulan ve aile mirasından men edilen Sabite Hanım'ın bir yandan verdiği hukuk mücadelesi diğer yandan hayata tutunma çabası anlatılıyor. Kadınların hak mücadelesini düşününce yıllar içinde bir ilerleme kaydettik mi insan sormadan edemiyor.