Geçen gün iki yıldır görmediğim bir kız arkadaşıma rastladım. Esasen rastladım da, ilk anda kendisini tanıyamadım. Biraz kilo almış, yok yok, çok kilo almış; 15-20 kilo kadar.
Oturduk, sohbete başladık. Nasıl da cıvıl cıvıl, neşeli, eğlenceli, hayat dolu bir kızdı. Dayanamadım, sordum: "Birtanem, söyle canım, neyin var?"
Kilo aldığı için evden çıkmak istemediğini, aslında işleri kötü gittiği için kilo aldığını, bir çemberin içinde dönüp durduğunu ve ne yapacağını bilmediğini söyledi.
Dedim iki seçeneğin var:
1. Diyetisyene gidip diyet yaparsın, sağlıklı beslenirsin, spora başlarsın ve kilo verirsin. Ama bil ki, sadece kilo vererek mutlu bir insan olmayacaksın.
2. Şimdi, şu anda olduğun halin keyfini çıkarmaya başlarsın. Yani kendini eve kapatmak yok, derdine yanmak yok. Kaç kilo olursan ol, önemli olan ruh halin ve yaşamayı sevmen. Herkes 36 beden olmak zorunda değil. Eskisine göre kilolu olsan da en güzel kıyafetlerini giy, makyajını yap, bir amaç bul ve peşine düş. Kalk kızım, kalk!
Artık son zamanlarda biraz fazla kişisel gelişim konuşması ve belgeseli izlediğimden midir nedir, kıza bir konuşma yapmışım; ayıptır söylemesi bu konuşmaya kendim bile inanamadım! İçimde bir guru varmış da haberim yokmuş. Gaza geldikçe geldim. Dedim, şu konuşmaların dörtte birini kendine yapsana be kızım... Eh, zaten kişisel gelişimcilerin yüzde 99'u böyle değil mi; başkalarına gelince binbir ışıklı cümle kuruyorlar, hayatlarına bakıyorsun foslar! Neyse, sonuçta arkadaşımı güldürmeyi ve eski enerjisini yerine getirmeyi başardım. Eğer siz de kilo alıp aynalara küstüğünüz için kendi hayatınızı zehir ediyorsanız, etmeyin olur mu? Kilo alınır, verilir ya da verilmez, afiyetle yemeğe devam edilir. Kimse gibi olmak zorunda değiliz ama kendimiz olmak, kendimizi mutlu etmek, ayakta tutmak, her güne en iyi halimizle başlamaya çalışmak zorundayız.
Biz kendimizi evlere kapatıp ağlarken, pizzaları gömerken hayat akıp gidiyor, bizi üzenler keyiflerine bakıp yollarına devam ediyor çünkü.