Nasıl oldu bilmiyorum. Her şey çok bulanık. Tüm bu sorunlarımdan nasıl kurtulurum bilemiyorum. Bu yüzden buradayım. En iyisi size her şeyi en başından anlatayım...
Daha küçücük bir çocuktum. Her yaşıtım gibi sokaklarda oynamayı severdim. Güzel bir yaz günüydü. Yan mahalleyle adeta bir tamam mı devam mı mücadelesi veriyorduk. Kazanan takım Gültepe Mahallesi ile final yapacaktı. Resmi bir şey değildi. Gerçek bir sahada bile yapmıyorduk maçları. Ancak bu,bütün mahalle çocukları için bir namus meselesiydi.
Gün batımı yaklaşmıştı. Topun sahibi olan çocuğun küsüp gitmeye çalışması evresini atlatalı birkaç saat olmuştu. Maç skorunun kaç kaç olduğunu kimse bilmiyordu. Tek güvencemiz iki takımın kalecilerinin dürüstlüğüydü. Bu iki kalecinin 'Ben ne kadar gol yediğimi bilmeyecek miyim' kavgası, maçın bitmeye yaklaştığının göstergesiydi. O an geldi çattı...
Akşam ezanı okunmaya başladı. Biz takım olarak iki farkla önde olduğumuzdan emindik. Ama bir kişi, bir fark öndeyiz dediği anda tartışmalar başladı. Kalecimiz üç fark diyordu. Her şey karışmıştı. Bu, bütün bir takı- Son anda kaybedenler N mın yaptığı hataydı ve hepimizin çöküşüne sebep oldu. Karşı takımda herkesin saygı duyduğu, en iyi top oynayan olmamasına rağmen en uzun boylu ve güçlü olan olduğu için sözü dinlenip her pasın atıldığı o eşofmanı dondurma lekeli çocuk konuştu : 'Akşam ezanı okunuyo oğlum! Atan kazansın yoksa annem kızıyo!'
Kimse bir şey diyemedi. Bu cümle kurulduktan sonra yapılacak tek şey, saatlerdir çocuk enerjimizi ve emeğimizi harcadığımız maç için varımızı yoğumuzu ortaya koymaktı. Öndeydik ve bunu kimse mahvetmemeliydi. Ama yapamadık. Evden su almaya giden arkadaşımız hala gelmemişti. Belli ki geri gelemeyecekti. Bir kişi eksiktik. Oysa uyardık. Yapma, dedik. Akşam ezanına ne kaldı şurada, eve gidersen bir daha çıkamazsın dedik. Dinlemedi. Çok susamıştı. O çocuk bizim kilolu, kapı gibi defansımızdı. Emre Aşık'ın tedavisi yapıldıktan sonra onu 3 dakika boyunca oyuna almayıp milli takımımızı Çekler karşısında 2-0 geriye düşüren yan hakemin bize yaptığını, biz kendi kendimize yaptık.
Son top rakipteydi. Yapamadık. Direnemedik. Kalenin iki metre önünden pis burun vurdu acımasız karaktersizler! Kazandığımızı bildiğimiz maçı hediye ettik ve hiçbir şey söyleyemedik. Söyleyemezdik. Kurallar böyle...
Ben bugün 27 yaşındayım. Uykusuzluk probleminden kaynaklı yaşadığım birçok psikolojik travmalarım var. O gece uyuyamadım. Ağladım, durmadan sessiz çığlıklar attım. Bunu yaşayan bir tek ben değilim biliyorum. Sokakta büyüyen son nesil içinde milyonlarca altın gol kaybedeni var. Yalnız değilsiniz. Yalnız değiliz. Kardeşlerim, birlik olup bunun üstesinden gelebiliriz. O maçları kaybettik belki ama, hayatımızın kalanında o son dakikada kaybeden olmayalım. Birlik olalım, birbirimize destek olalım.
Eğer son anda kaybeden her birimizin sesini olabildiysem bugün, ne mutlu bana. Bu büyük yığın için farkındalık yaratmamıza vesile olan Kantin ailesine teşekkürler.