Klasik sorudur: 'Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?' Benim yanıtım: 'Çok belgesel izleyen...' 'Orman banyosu' diye bir terapi yöntemi olduğunu National Geographic kanalındaki Explorer belgeseli sayesinde öğrendim. Başta serviler olmak üzere pek çok ağaç türü, bir çeşit kimyasal salgılarmış. İnsan vücudu da bunları havada yakalayıp emermiş. Bu kimyasallar, vücudumuzda kanser gibi kötü hücreleri yok eden iyi hücreleri yüzde 40 oranında artırırmış.
Ormanda yürümek, ağaçların gölgesinde oturmak, hatta onlara sarılarak; bazı hastalıkların kirinden, pasından, yıpratıcı etkisinden arınmak mümkünmüş.
Sadece bunun için bile ormanda yürüyüş yapılmaz mı? Tabii çevrenizde orman filan kaldıysa...
Belgesel, insanın teknoloji yüzünden gerçek doğal yaşam alanı olan ormanlardan hızla uzaklaştığını anlatıyordu. Örneğin; tarihte ilk kez dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşamaya başlamış. 2050 yılında şehirlerde yaşayanların, toplam nüfusa oranı yüzde 75'i bulacakmış. Bu istatistik, beton yığını kentlere, odalara ve daha da kötüsü televizyon ekranları ile bilgisayar monitörlerine mahkumiyetimizin çarpıcı bir ifadesi. Daha da çarpıcı olanını söyleyeyim:
ABD'de gençlerin sadece yüzde 10'u bir gününü dışarıda geçiriyormuş.
Belgeselde anlatıcıya bir test yapıldı.
Yoğun bir şehir yaşamının ardından 10 zeka sorusuna dört doğru yanıt verebildi.
Bir gününü ormanda doğa ile baş başa geçirdikten sonra 10 sorunun sekizini doğru yanıtlamayı başardı. Sonra doğa belgeseli izlerken beyin dalgalarını ölçtüler. Adamın yüksek tansiyonu düştü, kortizon salınımı azaldı.
Belgeselin anlattığı çok netti: İnsanın gerçek yaşam alanı doğadır. Onu yok ettikçe, kendimizi de yok ediyoruz.