Rilke, "Parçalanmış hayatlar ancak parça parça yazılabilir," der. Galiba parçalanmış coğrafyaları yazarken de aynı şey geçerli. Geçen hafta sonu Türkiye Genç İşadamları Derneği'nin (TÜGİAD) konuğu olarak gittiğim Doğubayazıt'ta, Ağrı Dağı'nın eteklerinde dolaşırken böyle düşündüm, böyle hissettim. Oysa 'bütünleştirici' bir çaba vardı ortada. TÜGİAD, Doğubayazıtlı üyelerinin öncülüğünde bölgenin ekonomik imkânlarını harekete geçirebilmek için 'Doğubayazıt Tanıtım Platformu' başlıklı bir toplantı düzenlemişti. Dernek, yönetim kurulu toplantısını İshak Paşa Sarayı'nda yaptı. Ankara'dan Meclis Başkanı Köksal Toptan, üç bakan ve sekiz-dokuz kadın milletvekili gelmişti. Doğubayazıt açısından etkili bir toplantıydı. Ancak benim şeytan uçurtmam parçalara takıldı ve ilk olarak gitti, telgrafın tellerine kondu. İshak Paşa Sarayı ise 'tuhaf' ama bana Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi filmini hatırlattı. İzleyenler hatırlayacak, filmde 80'li yaşlarında doğup, geriye doğru yaşlanan bir adamın hayatı konu ediliyordu. İnsan, Urartular'dan bu yana birçok kavim ve medeniyete ev sahipliği yapan Doğubayazıt'ın sarp kayaları üzerine kurulmuş bu saraydan, yıllar sonra ovaya kurulan yeni kente, evlere, mimariye bakınca da Benjamin Button'ın tersine hayatı gibi bazı toplumların ve coğrafyaların da tersine bir hayat sürdüğünü düşünüyor. Yapımı 99 yıl süren ve yaklaşık 200 yıl önce yapılan sarayda, kanalizasyon ve kalorifer sistemi olduğunu söylersem ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak. Çoğumuzda hayatın hep ileriye gittiği yönünde yaygın bir kanaat vardır. Pozitivist, 'ilerlemeci' düşüncenin zihnimizdeki karşılığıdır bu. Oysa hayat değişiyor, ama her değişim gelişme değil.
DERE CESETLERLE DOLDU TAŞTI
Saraydan çıkıp yukarı doğru yürüdüğünüzde Ahmed-i Hani Türbesi ile karşılaşırsınız. Aşağı yürüdüğünüzde ise Keşişler Bahçesi çıkar karşınıza. Saray'ın altı da üstü de aşktır. Ama bölgenin havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez hep umutsuz aşklardır bunlar. Ahmed-i Hani, ünlü Mem u Zin destanının yazarı, Kürtçenin ve Kürt edebiyatının en önemli ismidir. Eser, Cizre beyinin güzellikleri dillere destan iki kızı Zin ve Sili'nin Memo ve Tacettin ile yaşadığı sonu anlatır. Ancak destan, sadece bir aşk hikâyesi değildir. Ahmed-i Hani, çağın sosyal, kültürel, dini ve idari durumunu güçlü bir şekilde anlatır eserinde. "Kürdüm, dağlıyım, kenardanım," deyişi, bugüne ait birçok sorunun da yanıtı gibidir. 'Keşiş'in Bahçesi' ise 16. yüzyılda ortaya çıktığı sanılan ve asırlarca Anadolu'da dilden dile anlatılan, Kerem ile Aslı hikâyesinin geçtiği bahçedir. Rivayete göre Kerem, Ermeni bir keşişin Aslı adlı kızına âşıktır. Ancak Aslı ile Kerem'in bu aşkını kabullenemeyen keşiş, kızını uzak diyarlara kaçırır. Kerem ise eline bir saz alıp türkü söyleye söyleye Aslı'yı aramaya başlar. Bulur da. Ancak Aslı'yla tam evlenecekken keşişin büyüsüne kurban gider. Kerem bu büyüyle yanıp kül olur. Küller arasında henüz sönmemiş bir kıvılcım Aslı'nın saçlarını tutuşturur ve Aslı da Kerem'in aşkından yanıp kül olur. Ağrı Dağı'nın aşklarındaki acı, gözyaşı isyanlarıyla çoğalmıştır. Üç isyan görmüştür Ağrı Dağı. En büyüğü 1927'de yaşandı. İran, Irak ve Suriye'ye kaçmış Kürt aydınlarının, aşiret beylerinin Lübnan'da kurduğu Hoybun örgütünün kontrolünde başlayan isyanı Osmanlı ordusunda da görev yapmış Yüzbaşı İhsan Nuri Bey yönetti. İsyan büyüdü. Sonunda ilk sınır ötesi harekat gerçekleştirildi. İran sınırından girilerek Ağrı Dağı arkadan kuşatıldı. İsyan bastırıldı. Zilan Deresi, cesetlerle dolup taştı. Adalet Bakanı Mahmut Esat'ın (Bozkurt) sözleri bugüne kadar gelen sorunun niçin çözülmediğine de ışık tutacak nitelikte: "Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı." (Milliyet, 19 Eylül 1930)