Damarlarda sakin sakin akmakta olan kanın birdenbire dellendiği, herkesin tarih yazmak, ona gücü yetmezse hiç değilse tarihe geçmek sevdasına kapıldığı o meşhur 1968 yılının bir yaz günü, sıcaktan bunalan halkın Romus ve Romulus'un ruhlarına emanet edip deniz kıyısına kaçtığı Roma'da sıkıntıdan patlayan bıyıkları bile terlememiş bir genç, vakit öldürmek için sinemaya gitmeye karar verdi. Afişleri incelerken gözleri parladı: "İdol"ü John Wayne'in (Rol icabı da olsa vahşi Batı'nın en hızlı silah çeken kovboyu. Keşke bugünlere yetişip, Başkan Bush'uyla, Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, yeni Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz gibi Neo-Con tarikatı üyeleriyle tam istediği ve özlediği gibi, bileği güçlü, gözü kara, dünyayı sadece iyiler-kötüler olarak sınıflandıran bu yönetimi görseydi. Kimbilir nasıl buldozer gibi dalardı seçim kampanyasına da "Şer Ekseni" tartışmalarına da) ...ne diyorduk; ah evet, baba John Wayne'nin vizyona yeni girmiş filmi oynuyordu: "Yeşil Bereliler." Bir Vietnam öyküsü. İyi kalpli ve kahraman "boy"ların Vietnam halkını "kötü" ve "insanlık düşmanı" komünistlerden korumak için nasıl hayatlarını hiçe saydıkları üstüne (Saygon'un 31 Nisan 1975'teki düşüşüne ve Yeşil Bereliler'in helikopterlere, uçakların merdivenlerine öbek öbek asılan Güney Vietnamlılar'ı tekmeleyip can havliyle açıktaki uçak gemisine kapağı atmaya çalışmalarına daha neredeyse 7 yıl vardı.) Sinemanın gişesine yöneldi. Bir grup genç önüne geçti: - Bu filmi izleyemezsin. - Neden? - Emperyalizm propagandası yapıyor, halkı zehirlemeyi amaçlıyor. - Ama ben görmek istiyorum. - Göremezsin dedik. İlle film seyretmek istiyorsan, Acı Pirinç'e (Giuseppe De Santis'in emek sömürüsü üstüne klasik yapıtı) git, Roma Açık Şehir'e (Roberto Rossalini) git. Ne bilelim; Zor Yıllar'a (Luigi Zampu), Güneş Yeniden Doğacak'a (Aldo Vergono) git (Not: Bu filmlerin hepsi Mussolini dönemini yerden yere vuruyor.) Ayrıca senin gibi muhallebi çocukları için yığınla aşk filmi de oynuyor - Ama ben bu filmi istiyorum. - İzleyemezsin, izleyemeyeceksin. - Nasıl engel olacaksınız? - Bak böyle. Ve bu tek sözcüklü yanıtın ardından gözünde şimşekler çaktı. Okkalı bir yumruk gelmişti. Karşılık vermeye çalışırken bir yumruk daha yedi. Sonra bir daha. Bilanço: Üst dudağı patlamıştı, bir de sol gözünün altında morluk vardı. "Devrimci gençler" in "bilinçlendirme" çabalarının anısının silinmesi ve unutulması hayli zaman alacaktı. Tabii o gün "Yeşil Bereliler"i izleyemedi ama "bilinçlendi." Gidip İtalyan Sosyal Hareketi'ne (MSI) üyelik başvurusunda bulundu. İtalyan Sosyal Hareketi (mi)? Benito Mussolini'nin mirasına sahip çıkan ve o ideolojiyi tekrar iktidara getirmek isteyenlerin partisi. Yani, 1922'de Roma'ya yürüyen "Kara Gömlekliler"in kalıntıları. Kısacası "Faşo" lar. (Georges Soros'un vakfı sayesinde günümüzde pek moda olan sokak eylemleriyle iktidarı teslim almanın ilk başarılı örneğini verdiler. Tabii 1789 Fransız Devrimi'ni saymazsak. Mussolini'den bir yıl sonra Adolf Hitler, Münih'teki birahane baskınıyla aynı senaryoyu daha küçük ölçekte sahnelemeye kalktı, rezil oldu: Güvenlik güçlerinin havaya sıktıkları birkaç mermi, peşine düşen bir avuç kafası dumanlı Nazi'yi çil yavrusu gibi dağıtmaya yetti de arttı bile...
SOL YUMRUKLARIN ETKİSİ
İki-üç aşırı sol yumruğun "neo-faşist" yaptığı bu genç Gianfranco Fini'ydi. "Olay" tarihinde henüz 16 yaşındaydı. Kararını duyan babası küplere bindi, "Vazgeçeceksin" dedi. Bir bildiği vardı; o da faşistti gençliğinde. İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler'in ordularıyla cepheden cepheye koşmuştu. İkna edemedi. Hitler ve Mussolini'nin Avrupa'da açtığı yaraların henüz kapanmadığı, mezarlıklardan genç ölülerin hıçkırıklarının yükseldiği o günlerde, İtalyan Sosyal Hareketi, MSI, "marjinal" bir partiydi. Lideri Giorgio Almirante, İtalya'nın en nefret edilen politikacıları listesinde açık ara birinciliği hiçbir zaman kaptırmamıştı. Derdi değildi; son nefesine kadar Mussolini'ye bağlı kaldı, Salo Cumhuriyeti'nde Duce'ye hizmet yıllarını her zaman keyifle ve gururla anlattı. (Burada parantez açıp Fini'yi de bir dönem çok etkileyen Mussolini'nin kukla Salo Cumhuriyeti'ni anlatmak boynumuzun borcu oldu. Efendim; 1943 Temmuz'unda Müttefikler'in Sicilya'ya çıkmalarıyla İkinci Dünya Savaşı'nın kaderi belli olunca, İtalya Kralı 3'üncü Victor Emmanuel başkanlığında toplanan Büyük Faşist Konsey, yenilgilerden Mussolini'yi sorumlu tutup başbakanlıktan düşürülmesine ve tutuklanmasına karar verdi. Yerine getirilen Mareşal Pietro Bodoglio, Müttefikler'le ateşkes imzaladı ve İtalya'yı savaştan çektiğini açıkladı. Mussolini'nin kader arkadaşı Führer'in, Adolf Hitler'in bunu kabul etmesi mümkün mü? Derhal İtalya'yı işgal emrini verdi ve Çizme'ye çıkmış olan Müttefikler'e karşı saldırıya geçti. 1945 Mayıs'ına kadar direnmeyi başaracaktı. Kralın emriyle tutuklanan Mussolini, Abruzzi'de gözaltına alındı. Ancak ünlü Alman komando subayı, 2 metrelik azman Yarbay Otto Skorzeny'nin -savaş bitip ortalık durulunca epey filme esin kaynağı olacaktı- yaptığı baskınla kurtarıldı, Almanya'ya götürülüp Hitler'le görüştürüldü. Ve Mussolini, Führer'in isteğiyle Müttefikler'in ulaşamadıkları Kuzey İtalya'da kurdurulan Salo Cumhuriyeti'nin başına geçti. 2 yıl kadar bu mini ve kukla devleti yönetti, kendisini başbakanlıktan düşüren pek çok eski faşist dostunu idam ettirdi. 1945 ilkbaharında Müttefikler'in savaşı kazanmaları kesinleşince, Mussolini geri çekilmekte olan bir Alman konvoyuna sığınıp İsviçre'ye kaçmak istedi. Ancak yolda İtalyan komünistlerince yakalanıp, 28 Nisan 1945'te metresi Clara Petacci ile birlikte kurşuna dizildi. Sonra da cesetleri ayaklarından asıldı. Hitler onların bu fotoğraflarını görünce metresi ve son günlerindeki eşi Eva Braun ile birlikte intihar ettikten sonra cesetlerinin yakılmasını emretti. Ölümünden sonra Mussolini gibi rezil olmak istemiyordu.) Büyüklerinin kendisini neo-faşist militanlık sevdasından vazgeçirme çabaları sırasında anlattıkları bu öyküler Gianfranco Fini'nin bir kulağından girip diğerinden çıktı. Çünkü sinema önünde yediği yumrukların acısı burun kemiğini sızlatmaya devam ediyordu. Partide bir-iki yıl içinde Almirante'nin dikkatini çekmeyi başardı. Sadece uzun boyuyla (1.90) değil. Bu genç, giyimiyle-kuşamıyla, zarif tavırlarıyla ve birikimiyle farklıydı. Militanların kara gömlekleri yerine, usta terzilerin makasından çıkmış pahalı kostümler giyiyordu o. Daha da önemlisi ortalama militanın kıt kültürüyle karşılaştırmanın hakaret sayılacağı bir eğitimi (o sıralar pedagoji okuyordu, ardından psikoloji dalında doktora yapacaktı) ve entelektüel birikimi vardı. Almirante ona partinin çizgisindeki "Secolo d'Italia" (İtalyan Yüzyılı) gazetesinde görev verdi. (İyi bir köşe yazarı olacaktı.) Orada ondan da sıkı bir neo-faşist olan Daniella Di Sotto ile tanıştı. (1988'de evlendiler. Bir kızları var. Çok mutlular.)
MUSSOLINI'YE HAYRANDI
Uzatmayalım; İtalyan Sosyal Hareketi'nin gençlik kolları (parti "cephe" sözcüğünü tercih ediyordu) başkanlığına getirilmesi için çok fazla beklemedi; 1977'de gençlerin lideriydi. Oradan MSI'nin sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen milletvekillerinden biri olarak parlamentoya girmek için de pek gün saymadı; 1983' muradına erdi. 1987'de başarısını tekrarladı. İyice yaşlanmış olan Almirente, koltuğunu ona bıraktı. Gönlü rahattı. Çünkü Fini ateşli söylemleriyle partinin tabanını genişletmeye başlamıştı. Mussolini'nin "20'nci yüzyılın en büyük adamı" olduğunu söylüyordu, Yahudi soykırımına, gaz odalarına inanmıyordu. Bu ve benzeri faşist, ırkçı,Yahudi karşıtı söylemlerle 8 yıl geçirdi. Ancak 1995 başında MSI'nin kurultayında yine tek lider adayı olarak kürsüye çıkınca kimsenin aklının ucundan bile geçiremeyeceği bombayı patlattı: "Faşizm tarihsel olarak kesinlikle kapanmış bir dönemdir." Delegelerden uğultu yükselirken ekledi: "Mussolini ile ilgili yargılarımı da değiştirdim. Salo Cumhuriyeti geçmişin utanç verici bir sayfasıdır. Dahası faşizm, insanoğlunun görebileceği en büyük kötülüktür, hastalıktır. İtalya'da demokrasiyi anti-faşist güçlere borçluyuz." Sonra da o gömleği artık çıkarıp tarihin çöplüğüne attığını açıkladı, "Partinin adını değiştirme zamanı geldi" dedi. Değiştirtti de: "Ulusal İttifak." Kıyametin koptuğunu söylemeye gerek var mı? Mussolini özlemcileri ve artıkları partiden koptu. Ardından partinin o güne kadarki simgelerinden, Duce'nin torunu Alessandra Mussolini kapıyı çarpıp gitti. Fini omuz silkme zahmetine bile katlanmadı. Daha kurultay bitmeden sekreterinden bürosundaki Mussolini'nin kitaplarını çöpe atmasını isteyen Fini'nin bundan sonraki değişimi, yığınla siyasal ve bilimsel araştırmaya konu oldu. Nasıl olmasın? Söylemlerle yetinmedi, örneğin 2003 Kasım'ında İsrail'e gitti, başına "kippa" giydi, soykırım kurbanları anısına dikilmiş Yad Vashem anıtına çelenk koydu, Knesset'te, yani İsrail parlamentosunda "Faşizmden ve faşist geçmişinden utanç duyduğunu" söyledi, Hitler'in emirlerine boyun eğen Mussolini'nin ölüm kamplarına gönderdiği İtalyan Musevileri için özür diledi. Bu değişim o sıralar kendi partisi "Forza Italia" yı (Haydi İtalya) kuran işadamı Sylvio Berlusconi'yi de etkiledi. Hiçbir partinin tek başına seçimi kazanamayacağı çok önceden belli olduğu için, koalisyon ortaklığında anlaştılar. Böylece 1968 yazında bir sinema önünde burnuna indirilen bir yumruğun öfkesi, Fini'yi iktidara götürmüş oldu. Ama "Ben değiştim" iddiasına Avrupa'yı ikna etmesi o kadar kolay olmadı. Ona ve partisinden bakanlara Brüksel uzun süre "vebalı" gibi davrandı. Hatta AB Anayasası'nı hazırlayan Avrupa Konvansiyonu'na seçilmesi bile epey kavgaya yol açtı. Ama bu Konvansiyon'daki çalışmaları onun son "beraat" belgesi oldu. O kadar ki Konvansiyon'un öbür İtalyan üyesi, solcu eski Başbakan Giuliano Amato öylesine etkilendi ki, Fini'nin kaleme aldığı kitabın önsözünü yazmayı seve seve kabul etti. "Ulusal İttifak" bugün, Fini'nin tanımıyla, evrensel değerlere yürekten bağlı çağdaş bir merkez sağ parti. Ve İtalyan genç kızların "Ne kadar yakışıklı" diye iç geçirdikleri, orta yaştakilerin "Bizi bu adam kurtarabilir" dedikleri, (Dışişleri Bakanı Gül geçen perşembe Roma'da onunla tanıştı) turfanda -on günlük- Dışişleri Bakanı Fini, şimdi başta Brüksel olmak üzere gittiği tüm AB başkentlerinde kırmızı halıyla karşılanıyor. Berlusconi de ona halefi gözüyle bakıyor. Ama Fini'nin hedefi ya da ihtirası Chigi Sarayı (başbakanlık konutu) ile tatmin edilecek gibi değil. O gözünü çoktan Roma'nın 7 tepesinden Quirinal'deki saraya dikti: Cumhurbaşkanlığı. Bu öykü bana pek yabancı gelmedi. Siz ne dersiniz?