ABD Yüksek Mahkemesi'nin "Okullarda ırk ayrımı yapılması Anayasa'ya aykırıdır" kararını aldığı 1954 yılı Kasım ayının 14'ünde, Alabama eyaletinin Birmingham kentinde Rice ailesinin bir kız çocuğu dünyaya geldi. Alabama, ırk ayrımının en utanç verici örnekleri, daha doğrusu uygulamalarıyla sadece ABD'de değil, tüm dünyada dillere destandı. Siyahların beyaz mahallelerindeki mağaza ve restoranlara girmeleri yasaktı. Otobüslerin arkasında kendilerine ayrılan bölümde gidip gelmek zorundaydılar. Otobüs bomboş olsa bile onlar o bölümde sıkış tepiş inecekleri durağa bir an önce varmak için dua ederlerdi. Çeşmeleri ayrıydı, tren istasyonları da hatta umumi tuvaletleri bile...
Rice'ın babası o günlerde seçmen listesine kaydını yaptırmak istemişti. Seçmen bürosunun görevlisi -bir Demokrat- önündeki fasulye dolu salata tabağını göstermiş, "İçinde kaç tane fasulye olduğunu bilirsen yazarım" demişti. John Rice, yeni girişim için Cumhuriyetçi Parti'den bir görevlinin olduğu günü kollamıştı. O da "Cumhuriyetçi olarak yazılması" koşuluyla talebini kabul etmişti. ABD'de seçmenler Cumhuriyetçi, Demokrat ya da bağımsız diye kaydediliyorlardı kütüklere. Baba Rice ölünceye kadar Cumhuriyetçi kaldı. (Condoleezza ise ilk kez oy verdiği 1976'da Demokrat Jimmy Carter'a mühürü bastıktan sonra 1980'de Ronald Reagan'ın adaylığıyla birlikte kararlı ve değiştirilemez bir Cumhuriyetçi olacaktı. Daha iki kuşak öncesinin pamuk işçisi, dört-beş kuşak öncesinin de kölesi Rice ailesi için Yüksek Mahkeme'nin kararını izleyen bu doğum "Parlak bir geleceğin işareti" görüldü.
Piyano öğretmeni olan anne Angelena Rice, kundaktaki bebeğin kulağına eğilip, 20 yıl boyunca her gün sabah-akşam tekrarlayacağı sihirli cümleyi fısıldadı: "Beyazlardan iki kat fazla çalışacaksın, beyazlardan iki kat başarılı olacaksın." Sonra da parmaklarını piyanonun tuşlarında hafifçe gezdirip ekledi: "Tamam mı Condoleezza..." Bir rivayete göre o an uydurduğu sözcüktü bu, bir başkasına göre ise dil sürçmesi. Angelena Rice aslında "Con dolcezza" demek istemişti. Yani, "Kulağına yerleşmesi için yavaş tempoda çalıyorum kızım." Ama uyduruk, ama dil sürçmesi; sözcüğü beğendiler, bebeğin adı yaptılar. Rahip olan baba John Rice'ın bu ismi onaylarken kahkahadan nefessiz kaldığı söylenir. Ama Condoleezza ileri yıllarda adının hakkını verip bir piyano virtüözü olduğunda, karısının önünde saygıyla eğildiği de anlatılır. Hem sonra tek marifeti ya da yeteneği de değildi bu Condoleezza'nın.
MUTLU VE HAREKETLİ BİR YIL
1954 sakin, mutlu bir yıldı. Kore Savaşı bitmiş, "boy"lar, yani evlatlar eve dönmüştü. İkinci Dünya Savaşı kahramanı General Başkan Eisenhower'den halk memnundu. James Dean, "Asi Gençlik" ve "Devlerin Aşkı" filmleriyle ortalığı kasıp kavuruyordu ama hayranları onun aşırı hız düşkünlüğünden tedirgindi. Elvis Presley o yılın 5 Temmuz'unda, Condoleezza'nın anne rahminde son 4 ayını sabırsızlıkla tamamlamaya çalıştığı günlerde doldurduğu "ritm ve blues" şarkısı "That's All Right"ın radyoda DJ Dewey Philips'in programında yayınlanması ve müthiş beğenilip üst üste 7 kez çalınmasıyla, şöhret merdiveninin ilk basamağına adımını atıyordu. Dick ve Mac McDonald's kardeşler de Arizona'nın Phoenix kentinde otomobilli müşterilere sandviç satmaya çalışıyorlardı kan-ter içinde.
"Müşteriyi dükkanda beklemek yerine ayaklarına gitmek harika fikir" diyorlar ve biriktirdikleri ilk bin doların sevinciyle havalara uçuyorlardı. 1954 mutlu bir yıldı ama yine de hareketliydi. Yüksek Mahkeme'nin okullarda ırk ayrımına son veren kararından cesaretlenen siyahlar sokaklara dökülmüşlerdi. Beyazlarla eşit anayasal haklar istiyorlardı. Başlattıkları kampanya yıllar geçtikçe çığ gibi büyüyecekti. Ve bu gösterilerde bir liderleri doğacaktı: Martin Luther King. "Birinci sınıf bir demokrasi, ikinci sınıf insanların olmasına izin vermemelidir" diyerek kürsüyü yumruklayacaktı bu ateşli vaiz. Ekleyecekti: "Şimdi ayrımcılığın karanlık ve metruk vadisinden kalkıp, ırklar arasında adaletin yollarına koyulmanın zamanıdır." Ve o King, 1963'ün 28 Ağustos'unda Washington'da Lincoln Memorial önünde 250 bin kişiye hitaben yaptığı konuşmaya "Bir düşüm var" diye başlayacaktı. Sonra da düşünü anlatacaktı:
"Ben bir rüya görüyorum. Rüyamda bir gün Georgia'nın kızıl tepelerinde eski kölelerin çocuklarıyla eski köle sahiplerinin çocuklarının aynı masa etrafında kardeşçe dizildiklerini ve oturduklarını görüyorum. Rüyamda 4 küçük çocuğumun bir gün renklerine göre değil de karakterlerine göre değerlendirileceği bir toplumda yaşadıklarını görüyorum." O yılın kasımında Dallas'taki suikastte can veren Başkan John Fitzgerald Kennedy'ye nasip olamayacaktı ırk ayrımına son vermek. Ama ertesi yıl halefi Lyndon Baines Johnson, siyahlar ile beyazların eşit haklara sahip olduklarını açıklayacaktı. Martin Luther King de Nobel Barış Ödülü'nü alacaktı.
YÜKSELEN İLK SİYAH
Thomas Jefforson'un ABD'nin Bağımsızlık Bildirgesi'ne giren "Tüm erkekler ve kadınlar eşit yaratılmışlardır ve yaradan onlara yaşama, özgürlük ve mutluluğa ulaşmak da dahil olmak üzere devredilemez haklar ihsan etmiştir" ilkesinin, yayınlanmasından neredeyse 200 yıl sonra gerçekleştiği o günlerde, Rice çifti ve kızları Condoleezza kentin merkezindeki -daha önce girmeleri yasak olan- bir restorana gittiler. Kapıdan içeri girer girmez, ürkütücü bir sessizlik çöktü. Bir garson yanlarına geldi ve onları hiç de gözden ırak olmayan, tersine salonun ortası sayılabilecek bir masaya götürdü. Oturdukları an, herkes çatal bıçağını yeniden alıp yemeğine ve sohbetine devam etti. Alabama'da, o ırkçılar ırkçısı eyalette, aşılmaz sanılan bir duvar yıkılmıştı. Sessiz sedasız. Bir gecede.
Ve o çocuk, anne ninnisi niyetine her gün dinlediği, ezberlediği ve koşullandığı "Beyazlardan iki kat fazla çalışacak ve beyazlardan iki kat başarılı olacaksın" hedefine fazlasıyla ulaştı: 1969'da 15 yaşında üniversiteye girdi. Yaşıtlarından en az 3 yıl önce. Ailesi piyanist olması için bastırıyordu. "Hayır" dedi birkaç aylık denemeden sonra, "Başka bir iş yapacağım..." "Ne olacaksın" dediler, yanıtı "Bilmiyorum" oldu, evde kıyamet koptu: "Bir restoranda garsonluk mu yapacaksın!" Altta kalmadı: "Benim hayatım, istediğim işi yaparım" Ailenin yanıtı da yenilir yutulur gibi değildi: "Ama harcadığın para da bizim!" Uzatmayalım; inandığı yolda yürüdü, Colorado'daki Denver Üniversitesi'nde siyasal bilimler okudu. Hocası bir Çek göçmeniydi: Joseph Korbel. Başkan Clinton'un Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'ın babası. Ana dili gibi Rusça öğrendi (Fransızcası da müthiş), Sovyetler Birliği uzmanı oldu ve parlak diplomasıyla kolayca Stanford Üniversitesi'nde öğretim üyeliği kadrosunu kaptı. İlerde bu üniversitenin rektörlüğüne kadar yükselecekti. Bu uzmanlığı sayesinde 20 yıl sonra Sovyetler Birliği'nin son lideri Mikhail ve eşi Raisa Gorbaçov'un ABD'ye yaptıkları gezi sırasında Başkan - baba- George Bush'un danışmanı olarak onlara eşlik edecekti. Oğul Bush'la yakınlığı da işte o dönemden kalma. Daha doğrusu Bush ailesiyle içli-dışlı olması.
Condoleezza Rice, kariyerinin her alanında ve her basamağında oralara yükselen "ilk siyah" oldu. İlk siyah Ulusal Güvenlik Konseyi danışmanı (baba Bush dönemi), petrol şirketi Chevron'un ilk siyah kadın yönetim kurulu üyesi, adı tankere verilen ilk siyah kadın, Ulusal Güvenlik Konseyi'nin ilk siyah kadın başkanı (oğul Bush'un ilk dönemi) ve nihayet ABD tarihinin ikinci kadın, ikinci siyah ama ilk siyah kadın dışişleri bakanı. (Not: Teni siyahtan çok meleze çalıyor. Bunun da birkaç kuşak önce ailesine "bir şekilde" karışan iki beyaz çiftlik sahibinden geldiği öne sürülüyor. Neyse özel yaşama girer; pek eşelemeyelim.) Bu yazdıklarımız kadar, hatta iki misli anlatacak anekdot, ayrıntı var Condoleezza Rice'la ilgili. Ancak yerimiz kısıtlı. Watergate'te mütevazı bir dairede oturan (hani canım 1970'lerin başında, Başkan Richard Nixon'ın istifasına yol açan o ünlü skandalın patlak verdiği bina,) saat 05.00'te uyanan, tüm medyayı taradıktan sonra spor yapan (aynı zamanda çok yetenekli bir buz patencisi), Başkan Bush'a sabah raporunu verip yani dünyayı anlatıp ofisine geçen, akşama doğru Bush'u bir kez daha brif'lendiren Rice'ın gönlünde savunma bakanlığı yatıyordu. ABD atasözünü doğrulatmak için: "Tanrı insanları farklı yaratır ama silah eşitliği sağlar."
Şimdi gezegenimizi -ırk ayrımcılığı sayılmazsa- siyah ve beyaz olarak gören bu disiplinli kadın "Bush'un ifadesiyle "Dünyaya ABD'nin gücünü, sevimliliğini ve dürüstlüğünü gösterecek." Müzmin bekar (Bir kokteylde dil sürçmesi mi diyelim, yoksa espri mi, Başkan Bush'tan "kocam" diye söz etmişti), ama düzgün fiziğiyle peşinde bir yığın mutsuz hayran koşturan (İsrail Başbakanı Ariel Şaron onunla bir görüşmesinin ardından öğretmeni Rice basamağında siyah oldu. "Bacaklarına bakmaktan kafamı toplayamadım" demişti) bu ciddi ve sert kadın için dışişleri bakanlığı başarı merdiveninin son basamağı mı? Bize göre, hayır. 4 yıl sonra yine bir "ilk"le tarihe geçmesi asla sürpriz olmaz: Cumhuriyetçi Parti'nin ilk siyah, ilk kadın ve ilk siyah kadın başkan adayı. Kimbilir? ABD'nin de ilk kadın, ilk siyah ve ilk siyah kadın başkanı. 40 yıl önce ne diyordu Martin Luther King: "Bir düş görüyorum" Gerisini Condoleezza Rice getirsin...