Bebeklikten Erişkinliğe Dikkat Eksikiliği Hiperaktivite Bozukluğu adlı kitabımımızı okuyanlar hemen hatırlayacaktır. Kitabın bir yazarı benim, diğeri ise sevgili dostum Prof. Dr. Atilla Turgay. Kitabı görmeseniz de basından, başka kitaplardan onun isimini bileniniz vardır. Uzun süredir Kanada'da yaşayan, bilgisini her fırsatta yüreğinin olduğu ülkesine taşıyan, burada yaşayan gençlere bilimsel desteğini esirgemeyen Atilla Turgay'ı kaybettik. Ölümünden bir hafta önce kitabımızın dördüncü baskısının çıktığını bildirmek için konuştuğumda ülkesini özlediğini, en kısa sürede geleceğini heycanla anlatmıştı. O özlemini gideremeden ayrıldı, ardında bize özlem bıraktı. Ben onu çalışma arkadaşı olarak, bilim adamı olarak ama en önemlisi dost olarak özleyeceğim. Bu yazıyı yazarken onun yasını tutuyorum. Onun anısına sizlerle duygularımı paylaşmak ve bu bağlamda yas tutmaktan bahsetmek istedim.
YAS TUTMAK
Yaşama başladığımız ilk günlerden itibaren, bağlanmaya başlarız. Bağlanma; güven demektir, emniyet demektir ve bizim bunlara ihtiyacımız vardır. Bağlanma herkese, her şeye olmaz. "Önemli" kişilere ve şeylere bağlanırız. Önce annemize, babamıza, öğretmenimize, bazı arkadaşlarımıza, sevgilimize, eşimize, çocuklarımıza, işimize, ülkemize bağlanırız. Onlar güven demektir. Gün gelir, istemesek de onları kaybetme tehlikesiyle karşılaşırız, kaybederiz. Bu bizde öfke, korku, bunaltı, sıkıntı yaratır. Tüm bu sürece, yas tutmak denir. Herkesin, her toplumun yas tutması şekil olarak, şiddet olarak, içerik olarak farklıdır. Ama yas tutmak gerekir, gereki ki süreci tamamlasın, dengesini kursun ve yeni bağlanmalara hazır olsun. Eğer yasını tutamazsa, tamamlayamazsa hasta olur. Yas ertelenir, büyür, sürer ve sürerken bambaşka sorunlar olarak durur yaşamın içinde.
NİÇİN YAS TUTULMALI?
Kayıbı kabul etmek zordur. Kabul edemediğiniz sürece yası yaşamak, yasınızı yaşayamadığınız sürece de gerçeğe dönmek daha da zordur. Kimi zaman yitirmediğimizi iddİa ederiz kaybımızı kabullenmemek için. Ya da değerini düşürüp kaybımızın, yasımızdan vazgeçeriz. Ölen zaten önemli değildir, tıpkı gidenin değersiz, hatta kötü olduğu gibi... Hiç sevmemişsinizcesine, hiç bağlanmamışsa-nızcasına hatta bazen hiç olmamışcasına kaybımızı yadsırız. Oysa kabullenmemiz gerekir. Bu kabullenme söylemde değil, içimizde, yüreğimizde olduğunda önemlidir. Evet, yitirdim ve bir daha olmayacak denilebildiğinde... Kabullenmek yetmez. Kaybetmek acıdır ve acı, yaşanarak tüketilir. Oysa her kaybınızda yakınlarınız acı çekmeyin diye uğraşır, acınızı hafifletmeye çabalar. Konuşurlar, gezdiriler, uzaklara sürüklerler, ilaç verirler. Acı çekmenizin kötü olduğunu düşünerek yaparlar bunu ama acı böyle engellenmez, ancak ertelenir. Ertelendikçe büyür, büyüdükçe acıtır. Acının sonrası alışmaktır.
KENDİMİZİ SUÇLARIZ
Yokluğa alışmak, kaybedilensiz yaşamak demektir. Annemsiz yaşayamam sanırsınız yaşarsınız, eşim, sevgilim olmadan ben de yokum dersiniz varlığınızı bulursunuz. Alışamazsanız eksik hisseder, yaşamı eksik sürdürürsünüz. Alıştığınızda son aşama kalmıştır önünüzde, yas sürecini sağlıklı tamamlamak için: Kaybınıza duygusal yaşamınızdaki yerini vererek yaşama devam etmek. Sonra yas süreci biter. Sizin özelliklerinize, kaybınız işlevine göre bu süre değişir. Bittiğini son aşamaya geldiğinizde anlarsınız. Yani onu gerekli yere koyup, yaşama devam etmeye başladığınız zaman yasın bittiği zamandır. Bu, kaybı unutmak ya da yerine başka bir şey koymak değildir. Onun yeri hep durur. Yası yaşamak doğaldır doğal olmasına ama bu bazı tepkilerin oluşmasını engellemez. Öfkeleniriz kaybı engelleyemediğimiz için. Benzer nedenlerle kendimizi suçlar ve üzülürüz. Yas biter. Geri kalan hoş anılar ve sahip olunan ortak değerleri, idealleri sürdürmek olmalıdır.