Kendimizi çok çabuk gaza getiriyoruz. Tuttuğumuz takım ligde kör topal yoluna devam ederken önemli bir yabancı takımı yense, onu hemen Şampiyonlar Ligi finaline yakıştırıyoruz. Bir aşçımız ilk kez önemli bir uluslararası yarışmaya mı katılıyor, hemen onu dünyanın en iyi şefi olarak görmeye başlıyoruz Bir zamanlar magazin basınımız bu özelliğimizi Türkiye'ye gelen adı sanı duyulmadık yabancı yıldızcıkların haberlerinde değerlendirirdi. Yıldızın oldukça dekolte fotoğraflarının yer aldığı haberlere genellikle, "Türk erkekleri çok yakışıklı. İçlerinden biriyle evlenip, burada yaşar, evimin kadını olabilirim" türünden manşetler atılırdı ve bekar erkek okurlar bir anlık bile olsa, yıldızcığın kendilerini kastettiğini akıllarından geçirirlerdi. Geçen mayıs ayında, o sırada dünyanın en iyi 50 şefi arasında 3. sırada yer alan Massimo Bottura Zorlu AVM içinde Ristorante Italia di Massimo Bottura adıyla bir restoran açtığında ben de coşmuş, "İlk kez dünyanın en iyi şeflerinden biri İstanbul'da restoran açtı. Bu restoranın varlığı, kentin gastronomi tarihinde önemli bir dönüm noktası niteliğinde. Mutfakseverler için çok gurur verici" diye yazmıştım. Bottura'nın İtalya'nın Modena kentindeki restoranı Osteria Francescana'dan sonra yeni bir mekan açmak için İstanbul'u seçmesi, benim gözümde İstanbul'u bir anda gastronominin New York, Londra, Paris gibi süper kentleri arasına soktu. Son bir yıl içinde Bottura dünyanın en iyi şefleri arasında bir sıra daha yükseldi, ikinciliğe çıktı. Bottura'nın restoranı şık mekanların müdavimlerini ilk günden itibaren epey rahatsız etti.
YABANCILAR AKIN AKIN GELİYORDU
Her şeyden önce bir AVM'nin içindeydi. Hele özel bir yoldan ulaşıldığı, kapısında aracı valeye teslim edip asansörle doğrudan restoranın içine çıkılabildiğini ilk birkaç hafta Zorlu'nun valeleri bile bilmediği için, şık müşteriler Eataly adlı süpermarketin içine yönlendirildiler. Onların halkın arasından geçerek restorana ulaşmak zorunda kalmaları Bottura'ya puan kaybettirdi. Ardından restoranın çok sade, minimalist dekoru da, dünyanın iki numaralı şefinden bir İtalyan sarayı atmosferi bekleyen, yemekten çok ambians seven gurmelerimizi epey rahatsız etti.Bu arada Bottura'nın İstanbul'da bir restoranı olduğunu duyan yabancılar akın akın yemeğe geliyordu. Üstelik fiyatlar da Bottura'nın Modena'daki restoranı bir yana, İstanbul'un kalburüstü lokantalarıyla kıyaslandığında bile makul kalıyordu. Anlaşılan sonuçta yabancı müşterilerin desteği bile yeterli olmamış ki Bottura açılıştan 14 ay sonra, sessiz sedasız restoranının kapılarını ve internet sitesini kapattı, Modena'daki restoranına çekildi. Bundan önce de Hakkasan, Spice Market, Wagamama gibi uluslararası şöhreti olan restoranlar gelmiş, İstanbul'da tutunamamış, geldikleri gibi gitmişlerdi. Ama Bottura sıradan bir aşçı değil. O gastronomide büyük bir dünya markası. Uluslararası piyasada kimse, böyle bir markayı bugünlere taşıyan bu büyük şefin İstanbul'dan ayrılış faturasını ona çıkarmaz. Ben Bottura'nın gelişinden sonra İstanbul'u dünya gastronomi metropolleri arasında görüyordum. Bu metropollerde sadece ucuz lokantalar, herkesin karnını doyurabileceği sokak yemekleri bulunmaz. Özel uçağıyla, lüks yatıyla gelen, başka ülkelerde de alışkın olduğu benzer lezzetleri oralardaki fiyatlara tadabileceği yerleri arayan kişilerin yedikleri yemeğe ödedikleri para çoğumuzun dudağını uçuklatacak düzeydedir. Ama onlar bu parayı seve seve verir.
GERİ GELMEMEK ÜZERE GİTTİ
Şimdi artık dünyanın iki numaralı şefinin restoranı bir daha geri gelmemek üzere kentimizi terk etti. İstanbul'un 2011'de Formula 1 ile yollarını ayrılmasının kentin tanıtımı açısından kadar büyük bir kayıp olduğunu ancak aradan üç yıl geçtikten sonra fark ettik, şimdi geri getirmek için büyük çaba gösteriyoruz. Türkiye'nin tanıtımı için Formula 1 ne kadar önemliyse, Massimo Bottura gibi bir dünya gastronomi ligi yıldızının İstanbul'da faaliyet göstermesi de o kadar önemliydi. Ama fırsatı kaçırdık. Bundan sonra bu düzeyde bir başka şef kolay kolay şansını İstanbul'da denemeye kalkı