Son zamanlarda birileri burnumuzu bize yeniden hatırlamaya çalışıyor gibi. Kimi İstanbul'da semt semt koku yürüyüşleri düzenliyor, kimi kentin koku haritasını çıkarıyor, medyada çikolata kokan semtlere ilişkin haberler okuyorsunuz, toplantılara konuşmacı olarak davet edilen koku uzmanları güzel kokulardan pek nasibini alamayan, bu yüzden koku alma duyusunu erken emekliye çıkaran metropol sakinlerine burnun bize sağladığı engin olanakları anlatıyor.
Eğer böyle bir etkinliğe denk gelirseniz, konunun uzmanı size burnumuzun 10 bin farklı kokuyu hatırlayıp ayrıştırabildiğini söylediğinde, bunu abartı sanmayın. İstanbul'un özellikle havalar ısındığı bugünlerde bindiğimiz toplu taşıt araçlarında ter kokularından korunmak için nefesini tutanların burunlarının hassaslığından pek hoşlanmadıklarını ben de kendimden biliyorum.
Burnuyla övünene pek rastlamadım ama her gün karşılaştığım, tat alma duyusunun, damağının hassaslığı ile gurur duyan kişiler, koku duyusuyla kıyaslandığında damağın rolünün ne kadar önemsiz kaldığını bilseler, herhalde burunlarıyla daha fazla övünürlerdi. Burnumuz olmasa, yediklerimizin tadını alamayacağımızı ise pek az kişi biliyor. 30 milyon koku hücresi ile donatılmış burnumuz gece gündüz, hatta uyurken bile faaliyetini sürdürüyor. Tek tek kokuların yanı sıra, bunların bir arada bulunuşlarını bile algılayıp yorumluyor. Örneğin uyurken kızarmış ekmek kokusu, belli belirsiz bir parfüm ya da kendi evimizin kokusunu bir arada saptayıp, kahvaltının hazırlanmakta olduğu müjdesini doğrudan, bilincimizi de aşarak beyne iletebiliyor. Bilim dünyası kokuların vücudumuzun içinde de etkili olduğunu, karaciğer, mide ve bağırsak sisteminde bile koku reseptörleri bulunduğunu saptamış. Baharat ve kokulu otların sindirimi kolaylaştırmasının bir nedeni de bu olsa gerek.
Olumlu yanları bu kadarla da kalmıyor. Kokular insanı daha çekici, ince ya da genç gösterebiliyor. Alman Bochum Üniversitesi uzmanları kullandığı parfüm çiçeksi notlar içeren bir kadının altı kiloya kadar daha ince göründüğünü, Latince ismi Citrus maxima olan Çin greyfurtu kokusunun ise bu gençleşmeyi birkaç yıla çıkardığını saptamışlar.
KOKLAMAK BUNAMAYI GECİKTİRİYOR
İnsan burnu, çoğunu hiç kullanmadığımız pek çok yetenekle donatılmış ama bunlar dört bacaklı dostlarımız, köpeklerin yanında devede kulak kalıyor. Belki okumuşsunuzdur, şeker hastası çocuklar ya da saralı kişiler için refakat köpeği olarak özel eğitilen köpekler, kriz yaklaştığında hastanın yaydığı kokuyu algılayıp onu uyarabiliyor. Biz insanların bu yolda kat edeceğimiz daha uzun bir yol var. Özellikle ciddiye almamız gerektiğini düşündüğüm yine bir bilimsel uyarı da, günde 5 ila 10 kokuyu koklamakla, yaşlılıkta bunamanın geciktirilebileceği.
Hassas burna sahip bir kişinin söz gelimi parfüm endüstrisinde başarılı olabileceğini düşünürüz de, hassas burna sahip insanın, eğer iyi yemek yemeye de merakı varsa, başarılı bir gurme olabileceğini hiç tahmin etmeyiz. Çünkü koku ve tadı çoğumuz ayrı ayrı duyuların işi olduğunu, yemeğin lezzetini ağzımızın içinde, dilimizdeki tat merkezleri sayesinde algıladığımızı sanırız. Oysa bu hiç de öyle değil. Eğer koku alma duyumuz olmasa, yediklerimizin ne tadı kalırdı, ne tuzu.
Gerçi dilimiz sayesinde bir yemeğin tatlı mı, ekşi mi, acı mı, tuzlu mu olduğunun hemen farkına varırız. Ama günümüzde dilimizin becerileri, çok eski çağlardaki atalarımızın tat algılama yetenekleriyle kıyaslandığında zayıf kalıyor. Çünkü o zamanlar tat duyusu, yenilen yiyeceklerden zehirlenmemek için çok daha ön plandaydı.
Gel gelelim dilimiz eğer sadece dört temel tadı ve bunlara ek olarak son yıllarda keşfedilen, tatların derinliğini, yoğunluğunu saptamamızı sağlayan "umami"yi algılıyorsa, örneğin şaraptaki meyvemsi ya da çiçeksi aromalar nerede değerlendiriyor, diye sorabilirsiniz. Aslında yemeğin ya da bir içkinin aromaları tat değil. Bunlar bir içki ya da yemeğin koku olarak algılanan özellikleri. Daha açık anlatımla, örneğin ağızda çiğnenmeye başlayan bir lokma yemek ısındığında, aroma maddeleri serbest kalıyor. Bunlar soluk alıp verme sırasında havayla birlikte genizden burna ulaşıp, koku reseptörleri tarafından saptanıyorlar.
Sadece ağzımızdaki yiyeceklerden çıkan gazlar ve kokular geniz ve burundaki reseptörleri uyardığında, yiyip içtiklerimizin lezzetine varabiliriz.
Son zamanlarda koku duyumuzu öne çıkaran etkinliklerin artmasını çok olumlu buluyorum. Belki bu sayede farkında olmadan iğrenç ter kokuları yayanların burunları da hassaslaşır, çevreye ne kadar acı çektirdiklerini fark edip önlem alırlar.