Benim için Kıvanç Tatlıtuğ, Kuzey'dir. Sadece yakışıklılığıyla var olan bir 'Ken' değil, fiziğinin ötesinde rolün dibine kadar hakkını veren çok iyi bir oyuncu da olduğunu Kuzey Güney'le kanıtladı. Aşk-ı Memnu'daki Behlül'ün yeri, tartışılmaz kariyerinde ama bazılarının o dönemi biraz 'patates' bulduğu gerçeğinden de kaçılamaz!
Sinemadaysa Kelebeğin Rüyası'yla taht kurdu gönlümüzde. Yılmaz Erdoğan'ın bu dokunaklı filminde, Muzaffer Tayyip Uslu olarak eritti hepimizi.
Bu hafta vizyona giren Hadi Be Oğlum'da, Kaş'ta tekne turu yapan, çok sevilen Ali rolünde Kıvanç Tatlıtuğ. Ama esas vasfı, Efe'nin babası olmak...
Bora Egemen'in yönettiği filmde, tatlı Alihan Türkdemir'in canlandırdığı Efe, farklı bir çocuk. Hiç konuşmuyor, göz göze gelmiyor, iletişim kurmuyor. Tepkisizliği ve takıntılarıyla karşısındakini kolayca bezdirebilir, isyan ettirebilir. Ama sonra görüyoruz ki, çok özel bir çocuk Efe. Büyüleyici bir özelliğe, yeteneğe sahip...
ZORLU BİR YOL
Otizme dikkat çeken anlamlı ve faydalı bir farkındalık filmi Hadi Be Oğlum. Toplumun çoklukla anlamlandıramayıp dışladığı bu farklı çocukların ne beklenmedik beceriler taşıdığını, nasıl da özel olduğunu gösteriyor. Ve asıl onların anne-babalarının ne kadar zorlu bir yoldan geçtiğini...
Çocukla ayrı etraftakilerle, toplumla ayrı uğraşıyor otizmli çocukların yakınları (esas olarak da anne-babaları). Güçleri tükenmez, sabırları sonsuz, sınırları- sinirleri çok esnek olmalı...
Filmdeki Ali nasıl kahraman bir babaysa, 'Takaziskas' adlı Instagram hesabından hayranı olduğumuz Özlem de öyle muazzam bir anne. Kendi satırları anlatsın: "Kağan... Eve gelir gelmez montunu, o asmak için yapılan yerinden tutar, kancaya asar. Tabağını mutfağa götürür, markette alacağı şeyi düzgünce alır, etrafta bozuk bir raf varsa düzeltir, tıpkı Cho-won gibi.
Zeki, Kağan'ın yaptığı/yapabildiği birçok şeyi yapmaz. Çünkü yapmak istememek gibi bir seçeneği vardır. Kağan yaptığında rahatlar, yapmak zorunda hisseder.
Kağan, Zeki'nin asla yapmayacağı şeyleri yapar. Beş kilo unu yere döker, şampuanları boşaltır, çiğ çiğ şehriye yer, her şeyi camdan aşağı atar, sokakta birinin elinden su şişesini alıp içer, tuvaletten çıkıp salona kadar gelir ve "Bitti mi?" der, çıplaktır ve ayıp nedir, utanmak nedir bilmez.
SEBEBİ BİLİNMİYOR
Kağan'la ilgili olarak eleştirilirim; Engin, "Bu çocuğun her istediğini yapma" der, "Cümle kurmadan istediğini vermeyin" der Devrim hoca, Zeki bile "Anne hayır bir saat dedin, bir saatten fazla oynamasına izin verme, Kağan kapat bakayım hemen o bilgisayarı" der. Bense izin vermek zorunda hissederim, çünkü gücüm tükenmiştir, bırakırım iki saat izlesin, ben de biraz güçleneyim. Anneler hiçbir zaman çocuklarının üzülmesini istemezler. İmtihan olduğundan bahsedilir; "Kişi Malı ve Çocuğu ile İmtihan Edilir." Anneler, çocuklarının her halleriyle imtihandadır; doğumlarıyla, yaşamlarıyla, ölümleriyle, engelleriyle, kötülükleriyle, üzüntüleriyle, onlara zarar vereceğini bildikleri sevinçleriyle bile ve hiç olmayışlarıyla da.
2005 yılıymış, ben henüz çocuğu olup olmayacağını bilmeyen bir anneymişim. Hiçbir şeyden haberim yokmuş; yıllar sonra tıpkı Kağan'a benzeteceğim bir çocuk ve çoğunlukla kendime benzeteceğim bir annenin olduğu bir film yapılmış o yıl; Marathon. Koltukta değil masanın başında sandalyede oturarak seyrettiğime sevindiğim anlar oldu, karnım duygulanmışlıkla titrerken, kimsenin beni görmeyeceği sandalyede. Gerçi ne Engin bana baktı ağlıyor muyum diye, ne ben ona.
O zamanlar her 1000 insandan birinde görüldüğü ve sebebinin bilinmediği bilgisiyle bitiyor film. 2014 yılında her 68 insandan birinde görüldüğü biliniyor ve hâlâ sebebi bilinmiyor. Evlatlarının her halleriyle üzülen tüm annelere ve babalara, Allah'tan sabır vermesini dilerim."