Hazır kalpli, güllü, balonlu Sevgililer Günü haftasına girerken ve de Cebimdeki Yabancı filmi bunca konuşulurken...
Bir yandan da sağdan soldan 'Speys (space: alan) istiyorum', 'Kendime ait bir alanım olmalı' diye duyarken... İkisini birleştirip ufak bir tavsiyede bulunalım naçizane. Zira incir çekirdekleri avokado çekirdeğine dönüştürülüyor, yenmez yutulmaz oluyor.
Seven kalpler kavuşamıyor, bir türlü mutlu mesut yaşanamıyor.
Evlilik, devletin ve bazen ailelerin de fazlaca müdahil olduğu, kaynana zırıltısı, elti rekabeti, çocuğun okul taksiti şeklinde, derdin tasanın arttığı bir müessese. Halbuki sevgililik öyle mi ya, tek sıkıntının midede uçuşan kelebekler olduğu en lokum dönem.
Cep telefonlarını karıştırarak zehir etmemek, kendi menfaatinize...
Yapmayın bunları: İnsanın en yakınını, en sevdiğini bile sokmak istemediği bir alanı olabilir. Girmeyin.
Mütecaviz olmayın.
Ivır zıvırını karıştırmayın.
Arkadaşlarından, ailesinden ayırmaya kalkmayın.
İlgi alanlarını, çok manasız da gelse, asla aşağılamayın.
"Şapşik", "Aşkoş", "Bebiş", "Tontiş" demeyin.
İnanmadıysanız da çaktırmayın. Kontrol delisi olmayın. Sürekli takipte kalmayın. Nefes aldırın.
Boğmayın. Kovalamayın.
Korkmayın.
Mutluysa, memnunsa, seviyorsa, istiyorsa, gitmez.
Aklı çelinmez. Dışarıdan kim gelse bozamaz. Ama içerde işler iyi gitmiyorsa da hiçbir önlem, takip, kontrol işe yaramaz. Geçmiş olsun.
***
Köpek niye elbise yesin?
Bülent Ersoy'un Gülşah Saraçoğlu'na hitaben kurduğu "Benim elbise taşıyıcılığım olmasa o diktiğin elbiseleri köpeğin önüne koysan yemez" cümlesini hatırlıyor musunuz?
Mahkemelik olundu, tazminat davası açıldı geçtiğimiz hafta.
Ersoy'un taşları gerçek mi, Saraçoğlu'nun astarları kötü mü, o kısımla ilgilenmiyorum. Merakımı celbeden şeyler başka:
"Elbise taşıyıcılığı" mı diyoruz artık? Yeni bir meslek gibi, elbiseleri sırtlamış onar yirmişer taşıyor gibi...
Köpek niye elbise yesin ki zaten? Nur Yerlitaş'ın diktiği elbiseleri atsak önüne, o zaman yiyecek mi? Ha Pınar Yolaçan'ın 10 küsür yıl önceki 'Faniler' serisindeki elbiseleri atarsak yer tabii!
Bilmeyenler için: Yaşlı Anglosakson kadınlara sakatattan kostümler giydirip fotoğraflamıştı Pınar Yolaçan. Tasarımdan öte, bir antropolojik çalışma gibiydi. Victoria dönemindeki büzgü, pili ve nervürleri tavuk ya da domuz derisine uygulamıştı.
Dönemin statü sembolü olan gösterişli karpuz kolları mesela işkembe gibi 'değersiz' malzemeden yapıp iktidar, zafer, gurur gibi değerleri altüst etmişti. Müthiş etkileyiciydi. Her insan sarsılır, her köpek yer!
***
Erkek kafaları niye yaralı?
Yurtdışına uçmak için Atatürk Havalimanı Dış Hatlar'a gittiğiniz diyelim.
Etrafınıza baktığınızda göreceksiniz:
Kadınların başları kapalı ya da açık... Açıkların saçları uzun, kısa, düz, fönlü, dalgalı, kıvırcık, toplu, dağınık, boyalı, balyajlı, röfleli...
Erkeklerinse, aradaki şapkalı, kasketli vs olanları saymazsak hepsinin başı açık ama kadınlardaki kadar bol renk ve model çeşidi görmüyoruz onlarda. Keller ve saçlılar olarak ikiye ayrılıyorlar temel olarak.
Ya da ayrılıyorlardı diyelim.
Artık keller, saçlılar ve potansiyel saçlı keller olarak üçe ayrılıyorlar.
Dağılım neredeyse eşit, yani üçüncü grup da diğer ikisi kadar kalabalık...
Kuyrukta önünüzde, arkanızda, yanınızda, görüş alanınızda kafası yaralı bereli bir adam, mutlaka oluyor. Nokta nokta, delik delik kafalar bunlar.
Kanlı ve kurumuş. Biraz harita gibi oluyor bazısı. Önce dermatolojik bir sorun zannedip üzülüyordum. Ama hayır...
Saç ektirmek isteyen dünya erkekleri belli ki Türkiye'ye, İstanbul'a akıyor. Veriler de öyle söylüyor zaten; sayılar sürekli artıyor.