Kocası tarafından aldatılmak, bir kadının başına gelebilecek fena şeylerden. Dünyanın sonu değil belki ama tercih edilir bir iş de hiç değil.
Peki aldatma kaçınılmaz, diyelim... Sizi kimle aldatsın? Daha genç biriyle mi, yoksa yaşlı mı? Daha güzel biriyle mi, yoksa çirkin mi? Arkadaşıyla mı, arkadaşınızla mı? Sizden daha klas biri mi olsun rakibiniz, yoksa sınıfsal olarak düşüğünüz mü?
Bazı aldatmalarla baş etmek daha zor olmalı. Hande Bermek'inki onlardan. Enseste girmesi hasebiyle, en ağırlardan. 14 yaşındaki çocuğa izahı en zor olanlardan. Klasik aldatmanın ötesine geçip toplumsal linçle karşılaşacak, yenip yutulamayacaklardan...
Demet Şener'inki ise gayet 'normal' onun yanında. Kabul edilebilir bir aldatma. Taraflar arasında denklikten bahsedilebilir. Keşke böyle olmasaymış ama olunca da anlaşılabilir. Dudak uçuklatmaz.
Buna karşılık bu iki kadının verdiği reaksiyon, içinde bulundukları şartlara göre nasıl da tam ters yönde ve şiddette.
Demet Şener, bir yandan dekoltenin dozunu giderek artırıyor, bir yandan da İbrahim Kutluay'dan talep ettiği 8 milyon TL'lik tazminatı hiç çok bulmuyor! "Ben ona 16 yıl ile iki çocuk verdim" diyerek hesabını doğru yaptığını ima ediyor. "Geri dönüş yok, yanlışlarının cezasını çekecek" diye içindeki kin ve öfkeyi gösteriyor. En ürkütücü olan da çocukları meseleye dahil etmesi: "İbrahim çocuklarını seven, çok düşünen biri olsaydı, bizi yıllarca kandırmazdı." Çok tehlikeli sular değil mi bunlar?
BUNLAR BİZE FAZLA GELİYOR
Öbür tarafta kabulü fazlasıyla zor durumu bir biçimde normalleştirmeye çabalayan, bu uğraşı için de ayrıca eleştirilip aşağılanan Hande Bermek var.
Kendinizi koyun onun yerine: Kocanız böyle bir halt etmiş, bu haltı abisinin kızıyla yani öz yeğeniyle yiyerek, 'aldatma' eyleminin kendisini bile gölgede bırakmış. Ve siz bunu aranızda değil, ergen oğlunuzla beraber bütün Türkiye'nin ortasında yaşıyorsunuz. Allah kimseyi böyle bir şeyle imtihan etmesin.
Çok laf edildi Hande Bermek'e. Geçtiğimiz hatasonu verdiği söyleşi üstüne, hâlâ da dalga geçiliyor. "Murat ile Burcu'nun cinsel ya da duygusal bir birlikteliği yok" demesi, "Murat'ı kişilik, kimlik, karakter, erkek, insan olarak çok seviyorum ve de saygı duyuyorum" demesi, bunlar bize biraz fazla geliyor, evet.
Ama hareket ederken kendinden önce oğlunu düşündüğünü düşündüren çok fazla şey de söylüyor:
"Murat 15 yıllık eşim, her zaman oğlumun babası, ne olursa olsun bu değişmez" diyor. "Benim için birtakım değerler var; bunların başında da vefa, saygı geliyor" diyor.
"Oğlumun sağlıklı büyümesini istiyorum. Babasını güçlü, kuvvetli, ayakları yere basarken görmesini istiyorum" diyor. "Ortada 14 yaşında bir çocuk var. O da bir erkek. Onun ruh sağlığı önemli ve düzgün bir çocuk olarak büyümesi lazım" diyor.
"Çocuğum için şu günlerde daha güçlü durmalıyım" diyor. "İstiyorum ki Can bu olayı yara alarak değil, sadece tecrübe ile atlatsın" diyor. "Oğlumuz var, toparlanmamız lazım" diyor.
"Kabul vermek, onay vermek değildir. İşte bunu kimse anlamadı. Kabul ettim ama onay vermedim ve boşandım" diyor. Başınıza gelmeden asla ne yapacağınızı bilemezsiniz. Bence biraz daha empatiyi ve saygıyı hak ediyor.
***
Bir ölüm ilanının ardından...
Vefat ilanlarının çoğu birbirine benzer. Aile fertleri sayılır, cenaze detayları paylaşılır, standart cümleler kullanılır. Ama bazen... Nadiren... İlginç detaylara ya da alışılmadık bir dile rastlanır. İşte o ilanlar diğerlerinden ayrılır ve gideni hiç tanımasak da, ardında bir merak uyandırır.
Cemile Yazar'ın (5 Mayıs 1926-15 Ekim 2017) ardından yayımlanan 'Vefat ve Anma' ilanı tam da böyleydi:
"Cemile Yazar, 91 yaşında, sevgi dolu ailesinin yanında, huzur içinde hayata gözlerini yumdu. Babası İslam ve annesi Hatice, kardeşi Tahir, kocası Nihat ve baldızları Mülhime ve Ender daha önce vefat etmişlerdi. Kızları Maide, Reyhan (Claus) ve Hatice şimdi onu özlüyor ve yasını tutuyorlar (...)
Cemile, İstanbul'da dünyaya geldi. 20. yüzyılın başlarında Türkiye'deki toplumsal reformların (Atatürk devrimlerinin) kadınlara verdiği özgürlükler ile yetişen kuşağın bir üyesi olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine devam etti. Cemile, Nihat ve üç çocuğu ile birlikte 1964'te Kanada'ya geldi ve hızla bu yeni kültüre uyum sağlayıp çok sevdiği moda alanında çalışmaya başladı. Kandilli Lisesi'ne ve İstanbul Üniversitesi'ne giderken boğaz vapurlarını, Montreal ve sonrasında Ottawa'da işe giderken metro ve otobüs kullanan, doğuştan bir 'Eski İstanbul Hanımefendisi' idi. En üst düzey mağazalardan, beğendiği ürünlerin indirime girmesini sabırla bekleyip uygun fiyatlarla alışveriş yapmayı severdi. Eski İstanbul yaşamı ile ilgili anıları ve Nasreddin Hoca hikayelerini anlatışı ile canlandıran doğuştan hoşsohbet bir hikayeciydi. Kanada ve Amerika'yı gezerek, Ottawa nehri kenarında yürüyüş ve piknik yaparak, gündemi izleyerek (Cesur ve Güzel dizisini de) ve tabii ki alışveriş yaparak çok hareketli bir emeklilik hayatı yaşadı. Ömrü boyunca kızlarının idolü ve esin kaynağı olan, son derece cömert, güçlü değer kavramlarına ve güçlü fikirlere sahip bir kadındı. Onu hayatlarımızın her gününde çok özleyeceğiz."
Bizdeki vefat ilanları değil de, ölenin ardından yazılan ve onu anlatan Batılı 'obituary'ler gibi olan bir metin... Büyük ihtimalle de İngilizceden çeviri. Hem dildeki hava düşündürüyor bunu hem de "baldızlar". Baldız, erkeğin eşinin kız kardeşi/ ablası, biliyorsunuz. Kadının baldızı olmaz. Eşinin kız kardeşleri, kadının görümceleridir. Ama İngilizcede her ikisi de 'kanuni kız kardeş' yani 'sister in law'. Çeviri esnasında belli ki görümce, baldız olmuş yanlışlıkla. Halbuki baldız, erkeklere mahsus. Hatta baldızın, baldan tatlı olduğuna dair müstehcenliğe meyyal bir deyimimiz de var malum!