Öncelikle herkese iyi bayramlar.
Bütün sevdiklerinizle, bütün sevenlerinizle, mutlu, neşeli, dertsiz, tasasız bir bayram olsun.
Sevmek, sevilmek güzel tabii...
Birinin hayatının tam orta yerinde olmak... Birine tutkuyla bağlanmak...
Peki ama ne kadar?
İstanbul Modern'deki, küratörlüğünü Gökhan Akçura ve Müge Turan'ın yaptığı Yüzyıllık Aşk / Türkiye'de Sinema ve Seyirci İlişkisi sergisi, bizi 'normal'in biraz üstüne çıkmış üç kişiyle tanıştırıyor. Meftun olduğu oyuncuyu hayatının merkezine koymuş üç fanatik sinema seyircisiyle: Filiz Akın âşığı Pınar Çekirge... Türkan Şoray bağımlısı Metin Şamdan...
Yılmaz Güney hastası Vadullah Taş...
Pınar Çekirge, Filiz Akın hayranlığını anlatıyor: "1966 yılı Şan Sineması, onun geniş bir fuayesi vardı merdivenlerden inerken, sağlı sollu film afişleri olurdu. O afişlerden birinde, uçuşan sarı saçlarıyla bir kadının fotoğrafıyla ilk kez karşılaştım. Kim bu diye sorduğumda anneannem 'O filmi izleyeceğiz, adı Filiz Akın' dedi."
"Hipnotize olmuş gibi onu izlediğimi hatırlıyorum. Çocukken bana anlatılan Rapunzel masalındaki hayal kahramanımı bulmuştum. Sonrasında bir tutku, hayranlık ve sevgi üst üste yaşanmaya başlandı.
Çikletlerden çıkan resimler, teneke aynalar, 'Filiz Akın cana yakın' gibi maniler, postanelerde, kırtasiyelerde satılan rengarenk kartpostallar, hepsini sakladım."
"Dönem öyleydi ki filmleri gerçek sanırdık. Ya naiftik ya da bir tür Kerime Nadir romantizminin içindeydik, ben halen o romantizmin içindeyim. Arzu Tramvayı'nda, Blanche Dubois gibi hissediyorum ben de, gerçek olanı sevmiyorum. Gerçekler acıtıcıdır.
Hayallerle süslenmiş, makyajlanmış şeyler beni daha çok çekiyor. Bir sığınak oluşturdum bu arşivle. Belki yaşayamadığım hisleri yaşıyorum burada, bunlar beni var ediyor.
İnsanların birbirini kırmadığı bir dünya kurma arzusu vardı belki de çok diplerde. Böylelikle bu tutkuyla 48, hayattan da 54 yıl geçmiş oldu. Bugün, itiraf etmeliyim ki halen Filiz Akın'ın sonunda öldüğü filmler beni çok mutsuz eder."
"İlk karşılaşmamızı hatırlıyorum bir balo salonunda 1974'te.
Çocukça kıskançlıklarımız vardı.
Filiz Akın'ın oğlu olduğu için Yumurcak'ı çok kıskanıyordum.
İkisinin birlikte olduğu resimleri katlederek İlker'i resimden keserdim."
HAYATIMIN ANLAMIDIR
Metin Şamdan, Türkan Şoray hayranlığını anlatıyor: "Ben Metin Şamdan, 30 yıldır Türkan Şoray hayranıyım.
8-9 yaşındaydım, beni sinemaya götürdüler, film bir Türkan Şoray filmiydi. Ben perdede o güzel kadına baktım baktım, dev ekrandaki gözleri, dudakları bana aktı, beni içine çekti. Sordum anneme 'Kim bu kadın?', 'Türkan Şoray' dedi."
"Annemin verdiği harçlıkla Türkan Şoray kartpostalı alır, aç bilaç eve gelirdim. Annem anlar, kartpostalı çantamda yakalar, beni bir güzel döverdi.
Çikletler vardı içinden artist resimleri çıkardı. Ablamın adı Fatma, o da bana inat Fatma Girik alırdı."
"Benim hayatımın anlamıdır, Sultanım! Hürriyet gazetesi muhabiri yakıştırdı bana 'Şoraykolik' lakabını. Ben Türkan Şoray ile ilgili yürürken bir kese kağıdı görsem onun orda durmaması gerektiğine inanır, eğilir alırım. O kutsaldır.
Kabul ediyorum, bu bir hastalık, halen topluyorum."
"Karadeniz ailesiyiz biz, babam kaptan, annem ev hanımı.
İlkokuldayım; gazete kupürlerini, kapak resimlerini biriktiriyorum dolabımda. Bir gün okuldan eve döndüm. Onlar yok, 'Baban kâğıt toplayıcısına verdi' dedi annem. Dünyam yıkıldı, o kadar büyük bir acı bir daha çekmedim. Sokağa fırladım, adamı bulacağım diye peşinden gittim. Yok tabii!
Günlerce ağladım, odamdan çıkmadım, okula gitmedim.
Onları pişman ettim."
TAKIM FANATİKLİĞİ GİBİ
Vadullah Taş, Yılmaz Güney hayranlığını anlatıyor: "Yılmaz Güney ile 1969 yılında İnce Cumali filmiyle tanıştım. O zaman çocuktuk, sinemayı süpürürdük, gazoz satardık film izlemek için. İnce Cumali'yi en az 10 kez izlemişimdir."
"Nasıl bu dönem Fenerbahçe, Galatasaray gibi takımların fanatikleri varsa bizim zamanımızda da artist taraftarları vardı.
Biz 8-10 kardeştik. Bir abim Ayhan Işık derdi, öbürü Cüneyt Arkın. Ben Yılmaz Güney'ciydim. Mahallelere gider kavga ederdik hatta bu uğurda. Benim hem idolüm hem de ben Yılmaz Güney okulundan mezunum. Onun sayesinde bugün kitap yazdım, en saygın arşivci haline geldim. İyi ki elini öpmüşüm, o da iyi ki yanağımı sıkmış, beş lirasını almışım.
Bana verdiği beş lirayı keşke saklasaydım. Mecburiyetten harcadım."
"İrfan Film'in sokağında tanıştık. 'Artist olmaya mı geldin?' dedi. 'Hayır' dedim ama aslında isterdim ben de oyuncu olmayı.
Yaz bile ceketle gezerdim, silahım üzerimdeydi.
Bir özenti, bir heves vardı.
Yılmaz Güney delikanlının önde gideniydi, mahalle abisiydi, garibanlara hep para dağıtırdı."
"1974 Yumurtalık'taki hâkimin vurulma olayında ben de Siirt'te çıkıp 'Evet, ben vurdum' diye röportaj verdim gazeteye. Bunu yapan çok genç vardı. Bu bir sevda! O tabii çok talihsiz bir olaydı. Keşke olmasaydı, keşke biz de öyle demeçler vermeseydik."
"Biz bir dönem Yılmaz Güney'in ismini bile söyleyemiyorduk.
Yoksa kendimizi ya karakolda ya da inzibatta bulurduk. İhtilal döneminde askerler bizi kovalıyorlardı.
Benim o dönem yaklaşık 80 90 filmim vardı, annem hepsini kuyuya attı korkudan.
Basarlar korkusundan tüm afişleri, fotoğrafları yaktı. Oysa biz sinemayı seviyorduk."