Bir kötü haber: Yaz bitti. Bir de iyi haber: Ekim ayının ilk haftasındaki Kurban Bayramı'nı fırsat bilip, pastırma yazını da hesaba katıp, bitmemiş gibi yapabiliriz birazcık daha. Belki son defa denize girilir, yüz güneşe verilir, kemikler ısıtılır. Ege'ye, Güney'e kaçılır; aşina olunan bir otele ya da yazlık eve...
Ama belki de şehir hayatı başladı ve yapacak çok iş var diye, okullar açılmışken artık bölmeyelim diye, bayramın gereklerini yerine getirelim diye... İstanbul'da kalınır.
O da olur çünkü bayramlarda, tatillerde, yaz aylarında boşalıp hafiflemiş İstanbul'un da ayrı bir güzelliği vardır.
Refik Halid Karay, Yazlığa Gitmiyenlerin Psikolojisi başlıklı tam 70 yıl önceki yazısında şöyle demiş:
'BENİMSEŞME' DİYE BUNA DENİR!
"Yazlığa gidenlerin kalabalığından kurtulan asıl İstanbul bir ay sonra ferahlıyacak, içinde kalanlara safra atmış bir balon gibi yükselmiş, bulut tabakalarından kurtulmuş hissini verecek. Paris'in tiryakisi olan bir kısım halk da yazı beklerler ve tenhalaşan şehrin yazın birkaç misli daha güzelleştiğini, büsbütün Parisleştiğini ileri sürerler. Gerçekten öyledir, büyük şehirlerin yazlık hallerinde ayrı bir hoşluk, bir kendini buluş, kendine geliş, başını dinleyiş, bir nekahate giriş benzerliği vardır. Hele akşam üstleri, köylere gideceklerin eli ayağı çekildikten, telâşları dindikten, vapurlar dumanlarını ve duman kadar taşkın yolcularını sürüyüp götürdükten sonra boş kalan İstanbul'un kubbesinde sesler - cemaati dağılmış bir selâtin camide gibi - daha akisli olur, çın çın öter; ışıklar daha parlak görünür, her tarafta genişlik ve ferahlık duyulur. Şehir sinirlerine, bir misafir baskınını savmış ev sahibinin yoğun rahatlığı yayılır."
"Sokaklarda insanları teker teker görebilirsiniz; kimse tarafından kakılmadan vitrinleri uzun uzun seyredebilirsiniz; o zamana kadar farkına varmadığınız bir çok şeylerle oyalanabilirsiniz; semtteki esnafla lâfa dalarsınız. En mühim nokta şehirle aranızda bir benimseme hasıl olmasıdır; buna bir 'benimseşme' de diyebiliriz. Karşılıklı anlaşma, birbirini yakından tanıma, kanı kanına kaynaşma, benlikleri birleştirme. Adeta o size 'benim vefalı, sadık hemşerim!' der; siz de ona 'ayrılamadığım sevgili!' diye hitap edersiniz. İki tarafın bakışlarında kışın rastlıyamadığınız bir şefkat titrer; kendinizi muhabbetle kuşatılmış, selâmette, sevilir bulursunuz. Kış mevsiminde her gün önünden geçtiğiniz halde yabancı kaldığınız bir çok binalar, dükkânlar, ağaçlar sanki sizi ahbapça selâmlarlar."
"Yazlığa gitmiyenlerin arasında sınıf farkı da hemen hemen kalkar; gidenler aleyhinde birleşme başlar. Köşedeki aktar cıgara alırken size teselli olarak 'Bu yaz havalar pek serin gidiyor' der; aynı içtimaî seviyede bulunanların kibirsizliğiyle gülümsersiniz ve bu aktarı yazlığa gitmiş dostlardan fazla kendinize yakın bulursunuz."
Bu yazıyı nerede okudum? 24.04.1944 tarihli Tan gazetesinde mi? Daha makul olalım: Refik Halid Karay'ın yazılarının derlendiği bir kitapta mı? Hayır. Bir sergiden kopardığım bir kâğıtta! Sergiden kâğıt koparmak çirkin, ayıp, hatta yasak değil mi? Değil. Bu kâğıtları, gezenler koparıp alsın diye basmışlar zaten.
Refik Halid Karay'dan başka nefis metinler: Yaz Rahatsızlığı, Rahat İmkânsızlığı, Otel ve Ev... Oktay Rifat'tan Bir Kadının Penceresinden...
Beyoğlu Salt'ta ŞAAHAANe bir sergi açıldı. Yazlık: Şehirlinin Kolonisi, Türkiye'nin yazlık alışkanlığının tarihini seriyor ortaya. Mükemmel zamanlama, olağanüstü içerik. 16 Kasım'a kadar devam edecek; hakikaten bu yazı bu sergiyi görmeden sonlandıran akılsızlık etmiş olur. Yazlıktan kasıt; Marmara, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki geçici şehirli evleri ile bu evler çevresinde şekillenen hayat. Yılda üç ay kullanılan ama özellikle 80'lerle beraber orta sınıf şehirliler arasında modalaşan bir tatil şekli. Ve ne ilişkileri, ne hikâyeleri var...
Herkesin mutlaka bir tarafına takılacağı, tarihinden bir parça bulacağı, çok oyuncaklı, belgeli, detaylı bir sergi bu... Arşivin gücü karşısında sarsılıyorsunuz. Sadece edebi değil, mimari ve hukuki kaynakların da aracılığıyla, 1700'lerden 2000'lere Türkiye'deki yazlık ortamı neymiş, ne olmuş, seriliyor önümüze.
Kalender Ailesi Tatilde filmine kayıtsız kalmak mümkün değil mesela. Mefkure hanım, Ankaralı ailesinin 1962'de Pendik'te kiraladığı bir yazlıktaki tatili günlüğüne yazmış. Sergide bu günlüğün kısa bir filmle görselleştirilmiş halini izliyorsunuz ki, enfes!
Bodrum Gündoğan'ın neyken ne hale geldiğini gösteren çarpıcı duvarı da atlayamazsınız. Gündoğan'ın 1992 ve 2014 yıllarını gösteren iki fotoğraftan oluşuyor ve ağlarsınız değişime...
Akyaka'daki meşhur Nail Çakırhan Evi, Sedad Hakkı Eldem tasarımı şezlong, toplumun yazlıktan beklentisini anında ölçebileceğiniz uygulama ve daha yüzlerce durak... Hangisini ansak, atladığımıza haksızlık... Tekrar: Ne yapıp edip bir fırsat bulun ve bu sergiyi görmeden yazı bitirmeyin.