Şahane bir atasözüdür. Tarih üstüdür, her devirde geçerlidir: 'Biri yer, biri bakar; kıyamet bundan kopar'. Üstelik bu söz sadece insanlar için değil, hayvanlar için de geçerli.
Alın size bir örnek: Son halife Abdülmecit Efendi'nin, sadece resim yapmayı değil, atları da çok sevdiği biliniyor. Gözdesi olan iki attan biri olan 'Konya'yı şekerle beslerken, diğer atı ('Hayyam' olsa gerek) Halife'nin elini ısırıvermiş.
Bu olayın deneyi de vardır. Yan yana kafeslerde birer kapuçin maymunu durmakta. Deneyi yapan zoolog, önce ikisine de birer üzüm tanesi veriyor. Hemen mideye indiriyorlar.
Derken birine veriyor, diğerine vermiyor. Bir afiyetle yerken, diğeri hayal kırıklığı içinde onlara yutkunarak bakıyor.
Zoolog üçüncü üzümü de ilkine verip diğerine vermeyince çıngar çıkıyor. Üzüm alamayan maymun, çığlıklar atarak, dişlerini göstererek, zıplayarak durumu protesto ediyor. Ne oldu? Biri yedi, diğeri yemedi, kıyamet ondan koptu.
Mesele sadece yemek de değil. İsterseniz deneyin. İki kedi veya iki köpek alın yanınıza. Birini okşayın, sevin; diğerini boşlayın. Bakın sevgisiz bırakılan, bu adaletsizlik karşısında nasıl tepki gösterecek!
Gelelim insanlara... Vapurda, çay bahçesinde, lokantada, geniş aileleri izliyorum. Bilhassa gruptaki kadınlar, küçük çocuğa aşırı bir ilgi gösteriyor.
Sevgi taarruzları dalga dalga yayılıyor! Teyze: "Sineeem, ne yapıyorsun? Gel seveyim seni..." Hala: "Şapkan ne güzelmiş Sinem, bana versene..." Anneannesi: "Orada durma yavrucuğum, güneş çarpar, gel yanıma otur..."
Müsamere yavanlığındaki gösteriler devam ederken, Sinem'in abisi Alican'a bakıyorum. İlgilenen yok. Sülaledeki tüm plastik sevgi çiçeklerinin kardeşine sunulması çocuğu üzüyor.
Uzaklaşmaya kalksa, nereye gidecek? Kendini bir şeylerle oyalamaya çalışıyor ama işe yaramıyor. Çünkü teyzenin, halanın, büyük kuzenlerin Sinem yaygaraları, kulağından sızıp beyninde zıplamaya başlamış bir kere...
At değil ki ellerini ısırsın... Maymun değil ki dişlerini göstersin... Köpek değil ki havlasın... Süngüsü düşmüş, suratı asılmış bir halde olaya tahammül etmeye çalışıyor.
Bu tip aile sahnelerinde, bir kişinin dengesizliği, hatta adaletsizliği fark edip abiyle (veya ablayla) ilgilendiğine hiç ama hiç şahit olmadım.
Belli ki küçük çocuğa yapmacık sevgi gösterisi yaparken, diğerini ilgiden mahrum bırakmak, Türklerin ortak değeri haline gelmiş.
***
Kasasıtamtakırbahçe
Aziz Yıldırım için, "Betondan anlıyor, futboldan anlamıyor" derken, meğer eksik söylüyormuşum. Yeni Başkan Ali Koç'un Fenerbahçe'nin mali durumunu apaçık ortaya koyan açıklamaları, Yıldırım'ın futbolu mali tarafını da anlamadığını gösterdi. Kasa bomboş ve uçan kuşa borç yapılmış.
Kulübün son 13 yılda (yani 2005'ten beri) dünyanın parasını vererek aldığı yerli ve yabancı futbolcular, oynadıkları süre içinde yüzde 33 değer kaybetmiş. Yani futbolcu 100'e alınmışsa, ancak 67'ye satılabilmiş.
Öte yandan Ali Koç "Borç tahmin ettiğimizden de fazla çıktı" diyor: "400 milyon euro gözüküyordu meğer 620 milyon euro imiş..."
Sonuçta kulübün piyasa değeri 90 milyon euro'dan, 60 milyon eura'ya düşmüş.
Haziran ayında kongreye gidilirken, Aziz Yıldırım destekçilerinin neler dediğini hatırlıyor musunuz? Mesela 'İstikrar devam etsin' diyorlardı. Yönetim olayında istikrar büyülü bir sözdür. Çünkü bu örnekte 'Aziz Yıldırım tekrar başkan olursa, avanta lavantalarınız bozulmayacak' anlamına geliyordu.
Ama işte görüyorsunuz: İstikrar isteyen slogan, aslında 'kulübün batık durumu devam etsin' anlamına geliyormuş.
Belli ki önümüzdeki yıllarda Fenerbahçe'nin kaderi vatandaşınkiyle paralel gidecek: Hep beraber kemerleri sıkıyoruz arkadaşlar!
***
Hayat yine sanatı taklit etti
Eskiden sanatçılar, mesela ressamlar, kral portreleri yapar, dini menkıbelerin resmederdi. Daha sonra da manzara resimleri, natürmortlar yapar oldular. Bu nedenle "Sanat hayatı taklit ediyor" denirdi.
Sonra devir değişti. Öyle durumlar oldu ki sanatçının, mesela bir romancının anlattığı zamanla gerçek oldu. Bunun üzerine denklem değişti: "Hayat sanatı taklit ediyor."
Hemen yeni öğrendiğim bir örneği vereyim... Bakın Amerikalı romancı Sinclair Lewis (ki Edebiyat Nobeli Ödülü alan ilk Amerikalıdır) 1935'te çıkan Burada Olmaz (It Can't Happen Here) başlıklı romanında neler anlatmış.
Karizmatik, gözünü iktidar bürümüş, sığ laflar eden, demagog, kendini beğenmiş, göçmen düşmanı, korkuları kaşıyan, güçlü ve zengin Amerika'yı yeniden kura0cağını söyleyen Senatör Berzelius Windrip başkanlık seçimlerini kazanır.
Yazar, Senatör Windrip karakterini, başta Hitler olmak üzere, Avrupa'daki otoriter rejimlerin iktidara geliş şekillerine bakarak yaratmıştı. Amacı kitabın başlığından da anlaşılacağı üzere "Amerika'da öyle şeyler olmaz" diyenleri uyarmaktı.
Amerikalı ve İngiliz genç kuşaklar, Sinclair Lewis'in bu romanını, Trump'ın iktidarıyla birlikte tekrar keşfetti. "Aa, bugünleri anlatmış" diyorlar. Hayatın sanatı taklit etmesi, tam da bu olsa gerek.
Sinclair Lewis, Burada Olmaz (1935) adlı romanında popülist bir politikacının ABD Başkanı olmasını öyle bir anlatmış ki adeta Trump'tan söz ediyor.