Pera Müzesi hayırlı bir iş yaparak genç sanatçıları bizlere tanıtıyor. Mesela şu sıralar Tepebaşı'ndaki müzede, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde okuyan öğrencilerin eserleri sergileniyor. 54 lisansüstü ve sanatta yeterlilik öğrencisinin 100'e yakın eserini görmek mümkün.
Öğrenciler Sarsılan İmge başlıklı sergide, topluma, bedene, doğaya, belleğe, mekana, kültürel normlara ilişkin sanatsal bakışlarını ortaya koymakta. Tabii bunu, resim, heykel, video, seramik gibi çok çeşitli araçlarla yapıyorlar...
Peki "Sarsılan İmge" ibaresi neyi ifade ediyor? Sergi şefi (küratör) Dr. Dilek Karaaziz Şener, sunuş yazısında, yeni teknolojilerden göçlere, birçok etkenin "yüce" ve "biricik" dediğimiz, değişmez sandığımız kavramları sarstığını söylüyor. Genç sanatçılar da umut, arzu ve kaygılarını bu depremin ortasında ifade ediyor.
Sergide çok hoş işler var. Bunlarda ikisi özellikle ilgimi çekti. Biri hem tanıdık gelmesi, hem de canlı renkleriyle medyanın da bolca yer verdiği Gökhun Baltacı'nın İsimsiz adlı işi.
(Yeri gelmişken: Hiç olmazsa okul düzeyinde "isimsiz" denmesi engellenmeli. Sürüyle "isimsiz" eser görüyoruz. Saçma bir durum.)
Resimde bir sınıf ortamı görüyoruz; ilk veya ortaokul... Ve öğrenciler, öğretmene düpedüz saldırıyor. Biri kadıncağızın saçını çekiyor, diğeri elindekini fırlatırken, biri sırtına binmiş, öteki kaçıp kurtulmasını engellemek istercesine bileğini tutmuş.
Öğretmenlerimizin çoğunu, bilhassa ilkokul öğretmenimizi saygı, sevgi ve minnetle anarız. Gökhun Baltacı işte bu yerleşik imgeyi sarsıyor.
Öğretmenin itibarını yitirdiği, hedef haline geldiği, öğrencilerle aynı seviyeye indiği bir durumu resmediyor.
Resim bir yandan irkilmemize yol açarken, aynı anda, çeşitli sebeplerle saldırıya uğrayan öğretmenleri (öğrencilerden biri Hitler'i anımsatıyor) ve öğretmenliğe yakışmayan davranışlarda bulunan eğitimcileri aklımıza getiriyor.
Nurcan Çevik ise Etraftakiler adlı çalışmasında sanat eserinin yerleştirildiği mekanı sorguluyor. Kanıksadığımız nedir? Bir heykel, eğer büyükse yerde durur. Ufaksa masanın üstüne konur veya duvardaki nişe yerleştirilir.
Çevik ise yaptığı minicik heykelleri, elektrik anahtarının, yangın alarm kutusunun, su borusunun üstüne yerleştirmiş. Yani sanat eseriyle hiç beklemediğimiz bir yerde karşılaşıyoruz. Bize çok dar gelen bu alanlar, o minicik heykeller için koca bir sergi mekanı oluşturuyor.
Sergi 26 Ağustos'a kadar devam ediyor. İmkanı olanlar gezsin. Bakalım eserler onlara neler düşündürecek?
***
KOFTİ NOSTALJİ
Geçen gün YouTube'ta eski İstanbul hakkında videolar izledim. 1960'lı, 70'li yıllar... Bir kısmını tarih veya turizm programları için İngilizler ve Fransızlar çekmiş.
Ben asıl vatandaşın bu videolara yazdığı yorumlara takıldım. Bir nostalji, bir nostalji! Ah keşke şimdi değil de o yıllarda yaşıyor olsalarmış... İnternet, bilgisayar, telefon yokmuş; ah ne güzelmiş. Falanmış, filanmış.
Geçenlerde konu geldi 30 yaşlarında birisi "Abi Kurbağalıdere eskiden çok güzelmiş, insanlar kayıkla gezermiş" dedi. Hangi yılları kastediyorsun? "İşte, 50 yıl öncesi..."
Halbuki Kurbağalıdere, en az 1900 yılından beri koku ve sinek üretiyor. Taa o tarihte belediye, askeriyeden temizlemek için gemi (tarak dubası) istiyor.
Eskiden daha iyi filan değildi. Ulaşım daha kötüydü mesela. Çünkü otobüs azdı, kötü işletiliyordu, teknolojisi geriydi... Sağlık sektörü de daha kötüydü: Tıp bilgisi geriydi, yatak sayısı azdı, ilaç yoktu doğru dürüst...
Haberleşme de berbattı: Telefon sahipleri parmakla gösterilirdi; mahalleli bir telefon edebilmek için yalvar yakar olurdu. Devletten telefon için 20 yıl bekleyen vardı.
Evler sobalıydı. Kışın soğukta kömürlüğe gidip kovaları doldurmak dertti. Sabahları soğuk bir eve uyanırdın. (Ha, bu arada: İnsanlar daha iyi filan değildi, oduncu-kömürcü kazık atıp dururdu.)
İmkanlar kısıtlı olunca küçük şeylerden mutlu olursun. Yıllar öncesine baktığında da, acılardan ziyade o mutlu anları hatırlarsın. O zaman geçmiş sanki daha iyiymiş gibi gözükür.
Geçmişte iyi şeyler yok muydu? Vardı elbette. Mesela meyve-sebze daha lezzetliydi. Şimdi o sırık domatesleri, leziz şeftalileri ara ki bulasın.
***
KADIN ESNAF ÇOĞALIYOR
Olayın esası şu: Kalkınma üzerine yapılan araştırmalar, kadınların çalışma hayatında yer aldığı ülkelerin, almayanlara kıyasla, daha hızlı geliştiğini gösteriyor. Hele bir de kadınların eğitim seviyesi yükselirse, veriler daha da şık hale geliyor.
Geçen gün medyaya yansıyan haber bu açıdan önemliydi: Esnaf ve Sanatkarlar Derneği Başkanı Mahmut Çelikus, "Son beş yılda kadın esnaf sayısı yüzde 50 arttı" demiş. 2018 Haziran verilerine göre ülkede 1 milyon 730 bin 901 esnaf varmış. Kadın esnafların oranı, yüzde 16.06'ya ulaşmış.
Çelikus'un gazetecilere sunduğu bir veri daha var ki işte onu anlamadım. "Beş yıl önce kadın esnaf oranı yüzde 12.30 idi, şimdi 16.06 oldu" demiş.
Eğer beş yıl önce 12.30 iken, şimdi 16.06 olduysa, artış oranı yüzde 50 değil, yüzde 30.57 demektir. Acaba hangisi doğru? Kadın esnaf sayısı yüzde 50 mi arttı, yoksa yüzde 30.57 mi?
Araştırdım. Meğer aynı açıklamayı daha önce Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu Genel Başkanı Bendevi Palandöken de yapmış. 'Yüzde 50' ve 'yüzde 16.06' verileri doğru gözüküyor. Kadın esnaf sayısı beş yılda 92.535 kişi artarak 277 bin 955'e ulaşmış. O halde önceki oran yüzde 12.30 değil, yüzde 10.71 olsa gerek.
John Allen Paulos'un Matematikçi Gazete Okuyor başlıklı kitabına göz atmakta yarar var.