atv'de yayınlanan Akıncı dizisinin kötü karakteri o. Kötüden öte vatan haini bile denilebilir. Ekran başındakileri kızdıran Cevdet hakkında Yıldıray Şahinler: "Kötü insanları kötü insanlar oynarsa onları bize sevdirmeye, kötülüklerini haklı göstermeye çalışırlar. O yüzden bilin ki seyrettiğiniz her kötü karakterin arkasında, kötülüklerle savaşan bir kahraman olarak oyuncu vardır" diyor. Şahinler de kötülüklerle savaşan bir oyuncu aslında...
Doğayı seviyor. Kayak yapıyor ve dalıyor. Hatta çok sayıda dalgıç bile yetiştirmiş Yıldıray Şahinler. Şimdiler de ise baba olmanın keyfini çıkarıyor. Oğlu Aksel'den ise çok şey öğrenmiş: "Oğlum bana dünyada kendinden daha çok sevebileceğin biri olabileceğini gösterdi. Çok gerilerde kalmış çocukluğumu onun gözlerinden yeniden yaşama şansı verdi" diyor.
- Akıncı'da Cevdet karakterini canlandırıyorsunuz. Kötü bir karakter... Teklif geldiğinde hem dizi hem de karakterle ilgili neler düşündünüz?
- Kötü insanları kötü insanlar oynarsa onları bize sevdirmeye, kötülüklerini haklı göstermeye çalışırlar. O yüzden bilin ki seyrettiğiniz her kötü karakterin arkasında, kötülüklerle savaşan bir kahraman olarak 'oyuncu' vardır. Bana teklif geldiğinde bu duygularla ve karakterin çok boyutluluğunu da hayal ederek kabul ettim.
- Cevdet aynı zamanda bir baba... İki çocuğunu güç, para ve makam sağlayarak yanında tutabiliyor ama Nergis bu konforu reddedip, ideallerinin peşinden gidiyor. Siz Cevdet'in çocuğu olsaydınız hangi yolu tercih ederdiniz?
- Ben Nergis gibi bir çocuktum. Dik başlı, hayallerinin ve inandıklarının peşinden giden. Ama Nergis'ten farklı olarak benim ailem beni hep destekledi.
- Her karakter, oyuncu için de yeni bir deneyimdir. Cevdet karakteri ile birlikte Yıldıray Şahinler nasıl bir deneyim yaşıyor?
- Daha önce oynamadığım bir fiziki görünüm ve daha önce kullandığımdan farklı bir ses geldi Cevdet'le. Yürüyüşü, bakışı, düşünce yapısı çok farklı. Hayatta yanına yaklaşmayacağım tehlikeli bir adamla çok çok yakın olmak, sahne bittiğinde onu yine kendi karanlığına göndermek bir oyuncu için çok heyecan verici.
- Bir oğlunuz var. Baba olmak ne kattı size? Hayata daha önce bilmediğiniz bir yerden mi bakmaya başladınız?
- Tabi ki. Oğlum Aksel bana dünyada kendinden daha çok sevebileceğin biri olabileceğini gösterdi. Çok gerilerde kalmış çocukluğumu onun gözlerinden yeniden yaşama şansı verdi. İnsanın, özünde ne kadar masum bir varlık olduğunu öğretti.
KONSOLOSLUKTA EVLENDİK
- Çocuktan sonra eşinizle geçirdiğiniz vakitlerin şekli de değişti mi? Neler yapmayı seviyorsunuz?
- Gezmeye çok düşkünüz. Zaten kalkıp gittik eşimin öğrenim gördüğü Paris'te konsoloslukta evlendik. Yanımızda sadece bir kaç dostumuz vardı. Kayak sporunu çok seviyoruz. Ben dalış sporuna çok düşkünüm, eşim o kadar düşkün olmasa da iyi bir dalgıç. Ayrıca sık sık doğa yürüyüşleri yapmayı ve birlikte film seyretmeyi çok seviyoruz.
- 48 yaşında baba olmuşsunuz. Geç kaldığınızı düşündünüz mü hiç? Ya da "Benim için en uygun vakit buymuş" mu dediniz?
- Çok hareketli bir hayatım oldu. Dalış, kayak, geziler, turneler, tiyatro, sinema-TV çok doldurdu hayatımı. Hiç yerimde duramadım. Sanırım zamanı buymuş. Ama evet tabi ki biraz daha erken baba olmakta fayda var (Gülüyor).
- Evli ve çocuklu olduktan sonra genelde arkadaş çevresi değişir, çocuklularla takılmaya başlanır. Belki de bu bir ihtiyaç oluyor. Sizin de hayatınızda da oldu mu böyle değişikliler?
- En büyük sorunumuz Aksel'e arkadaş bulamamak şu anda. Tam dediğiniz gibi olacaktı ki pandemi patlak verdi. Pandemi bitsin, bir sürü evli ve çocuklu arkadaşla görüşmeye başlayacağız.
- Pandemi döneminden çıkarımlarınız oldu mu?
- Dünyaya iyi bakamadık. Biz ve bizden önceki kuşaklar, şu anda dünya üzerinde yaşayan her yetişkin birey az ya da çok suçlu bundan. Aç gözlülüğü ve bizden sonraki kuşaklara karşı sorumsuzluğumuzu sürdüremeyeceğimiz açıkça ortada. Ya hepimiz aklımızı başımıza devşireceğiz ya da kendi soyumuzun sonunu getireceğiz. Ve bu sandığımızdan çok yakın gelecekte olabilecek bir şey. Bunu yaşıyoruz, ötesi yok.
İYİ DALGIÇLAR YETİŞTİRDİM
- Dalışla olan hikâyeniz nasıl başladı?
- Çocukluğumda babamın deniz tutkusu beni etkiledi. Birlikte zıpkınla balık avlamaya giderdik. Sabah gün doğumuyla kaldırırdı beni. Biraz büyüyünce o güzel canlılara kıyamaz oldum ve 2000 yılında Kaş'ta tüplü dalışa başladım. Öğrenci olarak girdiğim dalış kulübünde daha sonra eğitmen oldum, yıllarca çalıştım. Hem hep denizde ve doğada kaldım, hem de birçok iyi dalgıç yetiştirdim. İnsanlara doğayı ve denizi sevdirmek konusunda bir şeyler yapabildim.
AŞK TEKÂMÜL EDİYOR
- Yarın 14 Şubat... Aşkın tanımı nedir sizin için? Yaş aldıkça, hayatta üzerinize yeni rol ve sorumluluklar eklendikçe aşkında tanımı değişiyor mu?
- Elbette aşk değişken bir olgu, canlı bir organizma gibi gelişiyor, değişiyor, evriliyor. O değişim tutkudan öteye geçirip derin bir sevgi ve derin bir saygıya ulaştırıyorsa sizi, aşk en olgun haline eriyor, eskilerin deyimiyle tekâmül ediyor bence.
BEŞİKTAŞ BENİM DÜNYA GÖRÜŞÜM
- Koyu Beşiktaşlı olduğunuzu duydum. Yanlış bir bilgi mi? Futbolla aranız nasıl, fanatik misiniz? Totem yapar mısınız mesela maç izlerken?
- Çocukluğumdan beri tribündeyim. Ayrıca 21 yıllık BJK Kongre üyesiyim. Futbolu da basketbolu da çok severim. Ama Beşiktaş benim için bunlardan öte bir şey. Bir dünya görüşü ve bir yaşam anlayışı da içeriyor. Bu yanıyla bana çok benzeyen birçok dost kazandırmıştır Beşiktaş. Evet, o dostlarımla bir sürü totemimiz de var. Mesela geçenlerde yönetici dostlar sağ olsunlar davet ettiler, bir maça stada gittim, yenildik, şimdi arkadaşlarım bana "Abi maç günleri senin hep setin olsun sen maça gitme" diyorlar.