2009 yılında, Mithat Alam Film Merkezi'nin, Türk Sineması Görsel Hafıza Projesi'ni başlattığını duyunca epey heyecanlanmıştım. Hemen soluğu merkezde almış ve projeyi haberleştirmiştim. Proje kapsamında sinemamıza emeği geçen insanların kapısı çalınıyor ve sözlü tarih çalışması yapılıyordu. Kimlerle görüşülmedi ki Fikret Hakan, Filiz Akın, Tuncel Kurtiz, Bülent Oran, Süleyman Turan, Memduh Ün, Tunç Başaran, Eşref Kolçak, İzzet Günay, Rekin Teksoy, Sezer Sezin, Tomris Giritlioğlu, Sezer Sezin... Hepsiyle uzun uzun konuşuldu ve bu konuşmalar kayıt altına alındı. O kayıtlardan 30-40 dakikalık da belgeseller hazırlandı. (İsteyen merkeze gidip uzun kayıtları da izleyebiliyor.)
Bizim sinemacılarımızda kol kırılır yen içinde kalır anlayışı hakim olduğu için açıkçası her şeyi söyleşilerde anlatmazlar. Ama bu görüşmelere katılanlar büyük bir içtenlikte her şeyi anlatıyordu. Hal böyle olunca da özellikle Yeşilçam dönemine ilişkin az bilinen ayrıntılar ortaya çıkıyordu.
Mithat Alam Film Merkezi işte bu proje kapsamında yapılan görüşmeleri www.gorselhafiza. org.tr adresinden erişime açtı. Türk sinemasına meraklılar için önemli bir hazine. Naçizane, dinlediğim görüşmelerden keşfettiğim ayrıntıları aktarıyorum. İlginizi çekebilir.
TUNCEL KURTİZ
Umut'taki ev Yılmaz Güney'in babasının eviydi
Türk sinemasının yatağını değiştiren filmlerden biridir Umut. Yılmaz Güney'in yazıp yönettiği bu başyapıtta arabacı Cabbar'ın fakirlikten kurtulmak için hazine bulma macerası anlatılır. Güney'in, bu filmi küçükken babasının yaşadığı hazine arama macerasından ilham alarak çektiği az bilinen bir gerçektir. Güney'in yol arkadaşı ve Umut'un başrol oyuncularından Tuncel Kurtiz, bilinmeyen bir ayrıntıyı öğrenmemizi sağlıyor. "Filmde Cabbar'ın evi olarak kullanılan ev aslında Güney'in babasının eviydi." Yani filmdeki o yoksulluğu bizatihi yaşayan bir adamdır Yılmaz Güney...
TOMRİS GİRİTLİOĞLU
Bir Tarkovski filmiyle başladı her şey
Yakın tarihimiz üzerine çektiği film ve dizilerle bizleri bir hesaplaşmaya çağıran Tomris Giritlioğlu ve usta yönetmen Tarkovski arasında nasıl bir bağ var? Sinemalarını düşününce bir bağ kurmak çok zor. Ama bugün yönetmen Tomris Giritlioğlu varsa bunu biraz da Tarkovski'ye borçluyuz. Tomris Hanım gençlik yıllarında dilini geliştirmek için gittiği Londra'da bir sinemanın önünde upuzun kuyruk olduğunu görür. O da girer kuyruğa ve filmi izler: "Film bittiğinde koltuktan kalkamadım. Çok etkilendim ve o an yönetmen olmaya karar verdim. İzlediğim film Tarkovski'nin Ivan'ın Çocukluğu'ydu. Babama mektup yazıp yönetmen olmak istediğimi söyledim. Hiçbir zaman Tarkovski hayranı olmadım ama Ivan'ın Çoçukluğu sayesinde sinemacı olmaya karar verdim."
BÜLENT ORAN
Zengin oğlan fakir kız aşkının ilhamı hayatın ta kendisi
Yeşilçam'da zengin oğlan fakir kız sevdası bir klişedir. Farklı biçimlerde çoğu kez karşımıza çıkar. Peki bu klişe nasıl ortaya çıkmıştır? Bugüne kadar binin üzerinde senaryo yazan ve Yeşilçam anlatısının oluşmasına büyük katkısı olan senarist Bülent Oran'ın kendi yaşadıklarından. Varlıklı bir ailede büyüyen Oran gün gelir yoksul bir kıza âşık olur. Ailesi bu duruma itiraz edince evden kaçar. Gider fabrikada çalışır. Böylece yoksul insanların dünyasını daha iyi tanır. Hani yoksulların küçük ama mutlu dünyası anlatısı vardır ya işte o anlatı da böyle şekillenir.
TUNÇ BAŞARAN
Uçurtmayı Vurmasınlar, Bebek'te kitapçıda başlayan bir macera
12 Eylül ve sinema deyince Uçurtmayı Vurmasınlar filminin özel bir yeri vardır sinemamızda. Tunç Başaran'ın da en iyi filmlerinden biridir. Bir edebiyat uyarlaması olan bu filmi Başaran nasıl çekmeye karar veriyor? Bir reklam filminin seslendirmesi sırasında birkaç saatlik bir mola verilir. Başaran da Bebek'e deniz havası almaya gider. Sonrasını Başaran anlatsın «Bebek'te bir kitapçıya girdim.
Birkaç tane kitap aldım. Uçurtmayı Vurmasınlar diye bir kitap gördüm. İsmi hoşuma gitti onu da aldım. Akşam eve gelip kitapları okumaya başladım. Uçurtmayı Vurmasınlar'ı okuduktan sonra sehpanın üzerine çıkıp 'buldum' diyerek bağırdığımı hatırlıyorum. Bulduğum yeni filmimdir." Sonrasında neler yaşanır? Film Türkiye'nin Oscar adayı olur. ABD'ye gidilir. Burada yapılan gösterim sonrasında Başaran, Charlton Heston'la karşılaşır. Heyecanlanır, çünkü Charlton Heston Başaran'ın 17 yaşında sinemacı olmak ve kendisiyle tanışmak için evden kaçmasına neden olan aktördür.
FİKRET HAKAN
1960'larda Küçük Ağa'yı çektiremedim
Tarık Buğra'nın Küçük Ağa romanı 1963'te yayımlandığı vakit Fikret Hakan alıp okur ve çok etkilenir. "Mutlaka bu romanın filmi yapılmalı" der kendi kendine. Sonrasını kendisinden dinleyelim: "Aldım romanı kapı kapı gezdim. Yapımcılara bu romanı çekelim diyorum. Ama kimse dinlemiyor. Ve kapılar bir bir yüzüme kapanıyor. Olmadı, çektiremedik Küçük Ağa'yı. Aradan yıllar geçti. Bir gün telefonum çaldı. 'TRT Tarık Buğra'nın Küçük Ağa'sını çekecek ve oynar mısın?' dediler. Koşa koşa gittim. Okudum senaryoyu çok etkilendim. Başrolü vermek istiyorlardı ama 'Hayır' dedim 'Ben Çolak Salih'i oynamak istiyorum. Oynadım da."
SUZAN AVCI
Dik kafalı değilim, bakmakla yükümlü olduğum bir ailem var
Yeşilçam'ın vamp kadınlarından biridir Suzan Avcı... Onun kaderine filmlerde 'kötü' kadınları oynamak düşer. İyi de oynar. Hatta öyle ki başroldeki kadın oyuncunun ışığını bile gölgeleyecek kadar.
Avcı'daki oyunculuk kumaşının ne kadar iyi olduğu keşfedenlerden biri de ünlü yönetmen Elia Kazan'dır. Bir gün gelir karşısına oturur ve onu Hollywood'a götürme vaadinde bulunur. Avcı da "Kaç para vereceksin?" der. Kazan şaşırır, ne de olsa ünlü bir yönetmendir ve bu tür teklifler karşısında "Tabii" denilmesine alışıktır. "Ertesi gün bir daha buluşalım" der Kazan. Ama Avcı Kazan'ı pinti görmüştür bir kere ve ikinci gün buluşmaya gitmez.
Böylece Yeşilçam'da yoluna devam eder. Ama Kazan peşini bırakmaz bir yıl sonra tekrar teklifini yapar. Suzan Avcı yine parayı sorar, Kazan "Dik kafalısın" der. Avcı ise "Dik kafalı değilim. Bakmakla yükümlü olduğum ailem var. Hakikat bu" der. Sinema Suzan Avcı için bir aşk olsa da o nihayetinde o sinemada hep ekmek kavgasının içindedir. Ve bu gerçek bu teklifte de ortaya çıkar.