Herhalde kitle sinemasının dünya çapındaki seyircilerini ikiye ayırmak gerekecek:
Harry Potter hayranları ve diğerleri. Yani, düşmanı olmasalar da fan'ı da olmayanlar, bu fenomene dışarıdan, soğukkanlı biçimde bakabilenler. İlk gruptakileri ikna etmek mümkün değil. Onlar bu yazıyı okumasalar da olur. Nitekim internetteki ünlü imdb sitesinde, şimdiye kadarki altı filmin ortalama notlarına bakıyorum: 7.1 ile 7.7 arasında değişiyor. Yani hayranları tüm filmleri sevip bağırlarına basıyorlar. Oysa örneğin ben, ilk filme ayılıp bayılmamıştım. Bence
Harry Potter ve Azkaban Tutsağı ile
Harry Potter ve Ateş Kadehi serinin en iyileriydi: Alfonso Cuaron ve Mike Newell'ın yönetmenlikleriyle... Önceki bölüm (altıncı film) olan
Harry Potter ve Melez Prens'i ise hiçbir biçimde sevmedim: aşırı muğlak, karışık ve düpedüz sıkıcı buldum. Kimi nesnel bakanlar, onun bu son iki bölüme bir geçiş sayılması gerektiğini söylemişlerdi. İşte o son bölüm. Aslında ikiye bölünmüş tek bölüm. Bu ikiye bölünme de tartışılabilir: Film bir yerden sonra öylesine duraklıyor ve ağırlaşıyor ki... Ama ne yapalım, hazretler öyle istemiş... Bu kez, geçen bölümde ortaya çıkan gizemli kitabın sırları deşiliyor. Üç genç kahramanımız ilk kez altı yıldır okudukları Hogwarts büyücülük okulundan dışarı çıkıp gerçek dünyaya adım atıyor. Amaçları ise çok basit: Ölümcül düşmanları Valdemort'un 'kendi ruhunu parçalara ayırıp hapsettiği Hortkuluk denen cansız nesnelerin peşine düşmek!'. Yani hep yapılan sıradan bir iş! Ama kimi ezeli yardımcıları, özellikle de Hogwarts'ın tonton müdürü Profesör Dumbledore artık hayatta olmadığı için, biraz yalnızlar. Arada Valdemort'un Ölüm Yiyenler grubu, Sihir Bakanlığı'nı tümüyle ele geçirmiş, konseyler topluyor ve terör estiriyorlar. Kahramanlarımız Harry, Hermione ve Ron ise bir yandan (geçen bölümde ilk tomurcukları sezilen) büyümenin kaçınılmaz sorunlarını yaşarken, öte yandan savaşımı sürdürüyorlar. Filme tutkunlarının dışında nesnel olarak bakınca, pek bir şey yok. O kadar ki, neredeyse bu da sanki bir geçiş bölümü. Bir yandan, çocuklukları bizi büyüleyen kahramanların büyümesi ve sıradan gençlere, onların ilişkilerine yoğunlaşma, filmin bir bölümünü Amerikan deyimiyle tam bir 'teenager romance'e çeviriyor. Ki hiç ilgi çekici değil... Bu arada Harry ve Hermione'in çırılçıplak bir sarılmaları bile var (gerçi rüyada, ama ne fark eder?). Öte yandan, belki hayranlarının çok iyi tanıdığı, ama bizim bunca filmden sonra biraz unutur gibi olduğumuz o kalabalık kahramanlar ordusu, çoğu zaman şöyle bir görünüp kayboluyor. Alan Rickman'dan David Thewlis'e, Imelda Staunton'dan Fiona Shaw'a birçok oyuncu çok az görülüyor. Kendi adıma John Hurt veya Miranda Richardson'ı tanıyamadım bile... Ve daha da önemlisi, bu dramatik devamsızlık nedeniyle kimi başarılı fantastik bölümler bile boşlukta kalıyor, bir gerilim yaratmıyor. Fantastik sinemanın seriye dönüşmüş başyapıtları,
Yıldız Savaşları'ndan
Yüzüklerin Efendisi'ne, tek başlarına da izlenebilme özelliğine sahipti. Genel olarak
Harry Potter serisinde bu yok. Bu açıdan, serinin bu halkası da beklenen gerilimi yaratamıyor, yeterince güçlü dram, trajedi, hatta masal öğeleri içermiyor ve yer yer sıkıcılaşıyor. Kim ne derse desin, bence son üç bölümün emanet edildiği David Yates, serinin en başarısız yönetmeni! İşte filmin bende bıraktığı temel izlenim bu oldu. Ama cilanın yerinde olduğu, sık sık etkili bir görsellik sağlandığı ve bunca oyuncuyu tanımanın, kimin kim olduğunu çıkarmaya çalışmanın da kendi başına bir eğlence olduğu söylenebilir! Bu kadarı yetiyorsa -ki koşulsuz hayranlarına eminim yetecektir...
HARRY POTTER VE ÖLÜM YADİGARLARI- 1 **
(Harry Potter and the Deathly Hallows- 1)/ Yönetmen: David Yates/ Senaryo: Steve Kloves/ Görüntü: Eduardo Serra/ Müzik: Alexandre Desplat/ Oyuncular: Daniel Radcliffe, Emma Watson, Rupert Grint, Ralph Fiennes, Helena Bonham Carter, Alan Rickman, Jason Isaacs, Bill Nighy, Michael Gambon, Tom Felton, Richard Griffiths, Fiona Shaw, Imelda Staunton, Brendan Geeson, David Thewlis, Rhys Ifans, Miranda Richardson, vs./ Warner Bros filmi.