Pazar yazımı oğlumun rahatsızlığı nedeniyle yazamadım. Tabii girişte bu ayrıntıyı belirtmemin nedeni kendimi acındırmak değil! Olay sadece cumartesi yaşadıklarımdan hareketle Soma faciası ve sonrasında yaşananlara dair düşüncelerimi aktarmak.
Hiç kuşkusuz evlat bir anne -babanın en değerli varlığıdır. Cumartesi sabahı oğlumu 40 derece ateşle ve elleri ayakları morarmış halde eve en yakın kliniğe kaldırırkenki hislerimi tarif edemem. Ateş onda değil sanki bendeydi. Ve ünlü bir hastaneler zincirinin henüz açılan kliniğinde tüm müdahalelere rağmen düşmeyen ateşiyle, her saniye daha da fenalaşan oğlumu tam teşekküllü bir hastaneye aktarmam gerektiğini fark ettiğimde ise ben benden gittim. Çünkü o kliniğin ambulansı yoktu ve ben deli danalar gibi bağırıp çağırıyordum. Kimlere bağırdığımı bile hatırlamı- yorum. Sonra yeğenim anlattı. Öyle kendimden geçmişim ki bir ara sakin olmamı söyleyen güvenlik görevlisine ağzıma geleni saydırmışım. Adamcağız öylece kalakalmış olduğu yerde.
Neyse... Nihayetinde onlar bulamadı ama ben şartlarımı zorlayıp bir ambulansın kliniğe gelmesini sağladım. Allah bin kere razı olsun Başakşehir Belediyesi'nden; aramamın üzerinden 10 dakika geçmeden ambulansı gönderdiler. Hemen en yakın üniversite hastanesine oğlumu naklettik ve çok şükür hemen müdahale yapıldı ve şimdi çok iyi.
Dedim ya yukarıda... Bu olayı anlatmamın nedeni kendimi acındırmak değil. İnsanın canından parça olan birisiyle ilgili olumsuzluklarda içine girebileceği psikolojiye ve karşı tarafın da verdiği tepkiye dikkat çekmek. Ve o psikolojiye sebep olan olumsuzlukların sahibi kabul edilen karşı tarafın tepkisine de dikkat çekmek.
Şimdi... Sonradan olayları salim kafayla muhakeme ettim Ve utandım. Çünkü düşünün canım yandığı için avaz avaz bağırıyordum ama kime? Hiç günahı olmayan ve tüm atarlanmalarıma rağmen sesini çıkarmayan doktorlara. Klinik personeline. "Allah belanızı versin! Bu nasıl bir klinikkkkk!!!" diye kendimi paralıyordum; acildeki bayan doktor "Haklısınız! Açıldığı günden beri uyarıyorum merkezi ama anlatamıyorum bunun büyük bir eksik olduğunu" diye cevap veriyordu ama ben hâlâ bağırıyordum. Oysa ne günahı vardı; ambulansı oraya koymayan o doktor muydu?
Diyeceğim şu ki; insan psikolojisi böyle bir şey. Ve yönetenlerin, erki elinde bulunduranların, idare edenlerin bu psikolojiye her şartta, her halükârda anlayış gösterme zorunluluğu var. O bayan doktor ya da hastane personeli benim o bağırış çağırışım karşısında "Kes sesini kadın! Yeter" deseydi n'olurdu? Daha çok üzülür ve daha çok tepki verirdim. Neyse ki ucuz atlattık. Dün hatta bayan doktor aradı. Oğlumun durumunu sordu. Üzüntülerini iletti. Ben de ondan özür diledim.
Özetle... Soma'daki provokatörleri saymıyorum. Ölen madenciler üzerinden Başbakan ve kabinesini, partisini dövmek üzere hazırda bekleyen ezik lümpenleri de saymıyorum. Onları adam yerine bile koymuyorum ama o madende canından can kaybeden tüm insanların tepkilerini de hepimizin en başta da devlet büyüklerinin, yöneticilerinin ve onlara yardımcı olmakla mükellef kişilerin anlayışla karşılaması gerektiğine inanıyorum.
Başbakan üzerine düşeni yapmıştır. Bir devlet adamı olarak ilk anda olay yerine varıp, işçilerin yakınları ile bir arada olmak istemiştir. Bu alkışlanacak bir harekettir ama Başbakan'ın da, dibindeki tüm adamlarının da her ne olursa olsun canı yanmış insanlara "onların yaşadığı duyguyu anlayamıyor" bir davranış sergiliyor fotoğrafının yansıması çok kötü oldu.
Hele hele ne kadar kışkırtılırsa kışkırtılsın Yusuf Yerkel'in bir provokatöre tekme atması hiç hoş olmadı. Soma'dan tüm dünyaya yansıyan o fotoğraf karesi maalesef hafızalara kazındı.
Şimdi tüm yetkililerin üzerine düşen sorumluluk bu fotoğraf karesini silmek ve daha insani bir karenin yansımasın sağlamaktır!