Hemen her saniye, "Bunu da mı görecektik?" dediğimiz daha doğrusu demek zorunda kaldığımız günlerden geçiyoruz. CHP... Dedemin, babamın, sülalemin partisi. Alevilerin oy deposu. Ulusalcı, laiklerin, endişeli modernlerin tek adresi. İnanılası bir durum değil ama takılmış Pensilvanya'da konuşlu bir emekli vaizin peşine... Koşar adımlarla gidiyorlar arkasından. Hoca tapeyi basıyor internette, bizim CHP'li tayfa da oradan alıp ağzı kulaklarında, salya sümük bir halde dağıtıyor etrafa rastgele. Dün düşündüm de... "Ya" dedim kendi kendime..."Olmasaydı bu işler? Hükümet, Başbakan Erdoğan devletin en kritik noktalarını ele geçirip sahip oldukları imkânlarla şantaj çetesi kuran bu adamlara posta koymasaydı... Ne yapardı yahu bu CHP? Neyi muhalefet malzemesi olarak kullanırdı?"
Tesadüf işte... Ben tam bu merkezde bir yazı kaleme almayı düşünürken sıkı bir CHP'li arkadaşım aradı ve buluşalım dedi. Pazar günü akşamüzeri gittim. Önce bir dostane hal hatır faslı ama iş memleket meselelerine gelince anında pozisyonunu aldı bizimkisi. Baktım ki dizi falan izlemeyi bırakmış, günlerdir YouTube'da yayımlanan tapeleri dinliyor. Ve öyle ezber etmiş ki; saniye saniye, kelime kelime kim kime ne demiş, ne söylemiş; onları aktarıyor. Hiç araya girmedim bir süre. Çünkü çok mutlu... Keyiften ölüyor. Şevkle anlatıyor. Sanırım bir yarım saat falan sürdü bu şekil muhabbet. Sonunda "Bitti mi?" dedim. Bir durdu önce ve "Bitti" dedi. Bunun üzerine "Arkadaşım sen derhal bir psikologa görün" dedim. Şaşırdı ve "Eee neden?" dedi. "Çünkü bence sen Stockholm sendromu yaşıyorsun" dedim. Şaşkın şaşkın bakarken bu hastalığın ne olduğunu tam anlaması için internete girip buldum Wikipedia'da ve okudum ona; "Rehinenin kendisini rehin alan terörist kişiyle olası diyalog sürecinde, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan terim." Sonra devam ettim ve özellikle Ergenekon, Balyoz ve benzer davalarda cemaat güdümlü polisin, yargının uygulamalarına karşı çıkarken nasıl bas bas bağırdığı günleri "İletişim özgürlüğümüz resmen gasp edilmiş durumda! Özel hayatımız röntgencilerin elinde! Böyle bir memleket yok! Böyle bir düzen yok!" sözlerini anımsattım. Ve bu olaylar başlamadan evvel Cemaat'le alakalı neler söylediğini tekrarladım. Yazmayayım şimdi buraya ama tipik ulusalcı ve Kemalist olan bu arkadaşım çok ağır konuşurdu. Yüzüme bön bön bakarken "Şimdi siz CHP'liler bütün bunları unuttunuz ve o tiksindiğiniz cemaatin Türkiye'nin altını oymak için yazdığı senaryoların oyuncusu oldunuz! Bence siz, hepiniz şu aralar celladına ya da tecavüzcüsüne âşık olan psikopatlar gibisiniz" dedim. Daha evvel kaç kez yazdım bu köşede hatırlamıyorum ama bir kez de ona dedim:
"Benim mücadelem önce mevcut derin çetelerle! Evvela bunları temizleyeceğiz! Önce bunlardan kurtulacak bu ülke! Hükümeti ve eğer doğruysa yaptıkları yolsuzlukları sonra eleştireceğim. Şimdi bunu yapmam! Haşhaşivari tiplerin istediği oyuna gelmem! Onların kirli ittifaklarının bir parçası olmam! Çünkü biliyorum ki onların derdi bu hükümetin yolsuzluklarını, aldıkları rüşvetleri falan ortaya çıkarmak değil. Öyle olsaydı bunu daha evvel, sahip oldukları medya gücüyle çoktan yapmışlardı. Şimdi bir bahane yarattılar kendilerine. Ama ben bunu yemem. Yiyen de kusura bakmasın enayidir!"
Neyse... Kem küm savunmalar yaptı kendi çapında ama tabii sonunda bana hak verdi. Verdi de ne oldu? Hiç! Adım gibi eminim yarın başka bir tape yayımlansa ilk arayıp haber verecek olan ve "Ayyy duydun muuuu?" diyen yine olacak. Çünkü Stockholm Sendromu teslim almış bir kere bütün benliklerini. Kurtuluşları ancak 30 Mart'ta gerçekleşebilir. Gerçeği... Sadece gerçeği görebilen yurdum insanının doğru tercihi yapması halinde!