Allah bize yardım etsin.
Gerçekten çok zor bir dönemden geçiyoruz.
Hep çok sıcaktır gündemimiz ama şu son 1 haftada yaşananlar hakikaten gerilim filmi ağırlığında.
Önce Şanlıurfa Cezaevi'nde 13 kişinin ölümü ile sonuçlanan yangın...
Ardından Hakkâri Yeşiltaş Karakolu'na yapılan saldırı ve 8 şehit!
Onun ardından ise Suriye'nin fütursuzluğu neticesinde düşen uçağımız ve hâlâ yaşayıp yaşamadığı belli olmayan aslan gibi kayıp 2 pilotumuz!
Uzman değilim, zaten dış politika, diplomasi konularında ama inanın savaşmaya ramak kalan bu berbat günlerin gölgesinde yazı yazmak hiç içimden gelmiyor. Yok "Suriye haksızdır! Türkiye haklıdır!", yok "Türkiye'nin aldığı tavır eksiktir, yanlıştır" şeklinde ahkâm kesmenin ötesine geçmeyen yazıların da üfürükçülükten başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Bütün dünyanın nefesini tutarak izlediği bir süreçte sırf AKP iktidarına vuracağım, köşeye sıkıştıracağım niyetiyle köşelerden atıp tutmanın da büyük sorumsuzluk olduğuna inanıyorum. O nedenle de Başbakan Erdoğan'ın dünkü grup konuşmasında bazı yazarlarla ilgili bulunduğu serzenişlere hak veriyorum. Biraz fazla sertti ama haklıydı Başbakan. Keşke konuşmasında, "Satılık kalemlersiniz. Dalkavuksunuz!" cümlelerini sarf etmemiş olsaydı. Çok ağırdı.
Çünkü ben birkaçı hariç bazılarının sadece hükümete muhalefet olma maksadıyla eleştiri getirdiğini düşünüyorum o yazarların. Amaçları Başbakan'ı ve hükümeti ellerine geçirdikleri bu kozla yıpratmaktan başka bir şey olmayan o muhalif kalemler bence hâlâ durumun ciddiyetinin farkında değil. Kamera şakası sanıyorlar yaşadıklarımızı belki de...
Ama değil! Kâbus filan da değil.
Resmen savaş hattındayız ve her an her şey olabilir.
En ufak bir yanlış hareket, yanlış bir söylem bizi Suriye ile gırtlak gırtlağa getirebilir.
Biraz sakin olmakta fayda var diye düşünüyorum. Ortalık zaten yangın yerine dönmüş. O yangına körükle gitmek hiçbirimize getiri sağlamaz. Bırakalım hükümet ne yapacağına, ne söyleyeceğine, nasıl bir yol izleyeceğine kendisi karar versin.
Herhalde yaptıklarının ve söylediklerinin nelere mal olacağının yani durumun vahametinin en az bizler kadar farkındadırlar. 70 milyonun sorumluluğu bütünüyle onların omuzlarında iken dönülmesi zor bir karara imza atmamaları gerektiğinin onlar da bilincindedir.
Türkiye büyük ve gelecekte daha da büyüyecek bir ülke.
Hükümet bu büyüklük neyi gerektiriyorsa geleceğimize dair neyi uygun görüyorsa ona göre diplomatik bir duruş sergileyecektir.
Bize düşen görev onlara güvenmektir.
Böyle bir eşikte, "Ovvvv çok sert!" tadında yazılarla eleştirmek, "Öyle olmadı. Böyle olmalıydı. Şöyle söylemeliydiniz. Şöyle yapmalıydınız!" filan deyip ahkâm kesmek yeterince gergin olan hükümeti biraz daha gerer.
Neye yarar ki gerilmeleri? Bir de unutmamak lazım ki hükümetin sadece bu topraklarda yaşayanlara karşı sorumluluğu yok! Elbette öncelikleri ülkeyi savaşa sokmamak yönünde bir gayret göstermek olmalı. Ama aynı zamanda bu ülkenin uluslararası arenada itibarına zeval gelmemesini sağlamak zorundalar.
İnanıyorum ki sonunda insanlık ve kardeşlik kazanacak ama bu salaklığın yaşanmasına neden olan Suriye'ye de birileri, hiç değilse iki çift laf edip haddini bildirmeyecek mi?
Ne yani, "Aman aman... Delidir ne yapsa yeridir!" deyip Esad'ın meczupluğuna göz mü yumulacak?
Sus pus olunup NATO ve BM'den gelen direktiflere göre mi konuşulacak?
Düşürülen uçak bizim uçağımız. Kayıp olan pilotlar bizim askerimiz.
Tabii ki bağırır, çağırır bu hükümet!
Sert yapar...
Bu durumun oluşmasına neden olan Esad'a ve yönetimine posta koyar!
Durduk yerde mi geldik bu noktaya biz?
Ne bekliyorduk hükümetten?
Uyarı vermeden, üstelik de uluslararası hava sahasında uçağımızı düşüren Suriye'ye gülücük mü atmalarını?
"Biz savaşma seviş diyen bir ülkeyiz Esadcığım. Hadi sen de savaşma seviş Esadcığım!" filan mı demelerini?
Savaşmayacağız tamam...Savaşmamalıyız tamam...
Ama demeyecek mi kimse, Esad denen şuursuz adama; "Haddini bil! Aklını başına al! Yoksa biz de aynı biçimde cevap veririz sana!"