Dün Merkez Bankası Başkanı enflasyon raporunu açıkladı. Yıl sonu enflasyon hedefini yükseltmesine rağmen ekonomideki olumlu gelişmeyi faiz koridorunun üst sınırının yüksek tutulmasına bağladı.
"Son dönemde açıklanan veriler, uyguladığımız politikaların büyük ölçüde amacına ulaştığını gösteriyor. Büyüme kompozisyonu giderek daha sağlıklı bir görünüme kavuşurken ekonomideki dengelenme süreci devam ediyor. Cari işlemler dengesindeki iyileşme sürerken net ihracatın büyümeye katkısı belirgin şekilde artmıştır" dedi. Acaba bu açıklama gerçeği yansıtıyor mu? Bu tespit doğru mu?
Cari açığın azalması ve ihracatın artması, aslında Merkez Bankası Başkanı'nın ileri sürdüğü gibi faiz koridorunun üst sınırını yüksek tutmasından değil, Kasım 2010'dan başlayıp Ekim 2011'e kadar sürdürdüğü kur politikası sayesinde gerçekleşti.
Faizleri düşürüp döviz kurlarını rekabetçi hale getirince ihracat arttı ve ithalat azalmaya başladı. Daha sonra faiz lobisinin dövize spekülatif atakları karşısında Merkez, faizleri artırmasına rağmen kurlar geriye düşmeyince ihracatın artış eğilimi sürdü.
Anlayacağınız cari açık Başkan'ın ileri sürdüğü gibi faizleri yükselttiği için daralmadı. Döviz kurları yükseldiği için cari açık geriledi.
Bu görüşümüzü, tasarrufların faiz oranlarına karşı duyarlı olmadığı hipotezine dayandırıyoruz. Cari açık, faizlerin tasarrufları çoğaltacağı düşüncesinden ötürü değil, aksine döviz fiyatlarının ithal mallarını pahalılaştırması ve rekabetçi kurun ihracatı çoğaltması sonucunda azaldı. Bir diğer ifadeyle, faizlerin yükselmesi sonucunda bu ülkede tasarruflar artmadı. Zaten ekonomik veriler de, faizlerin yükselmesine rağmen hane halkı tasarruf eğiliminin arttığına dair bir işaret vermiyor.
Türkiye'de 2001'de yüzde 15.7 olan ortalama tasarruf eğilimi 2013'te yüzde 15 olarak tahmin ediliyor. Demek ki tasarrufların faiz oranlarına duyarlılığı zayıf. O halde dış dengeyi sürdürülebilir kılan unsur, rekabetçi döviz fiyatları oluyor. Bu arada gereğinden fazla düşürülen büyüme oranının Türkiye'nin sağlıklı büyüme kompozisyonu olduğu ileri sürülüyor. Bu da pek doğru bir düşünce değil.
Neden derseniz... Çünkü Türkiye'de hane halkı tasarruflarının yükselmesi beklenemez. Bir kere nüfusun yüzde 37'si işgücüne katılmıyor. Ve nüfusun yüzde 26'sı 15 altı çocuk. Böyle bir nüfus bileşimi, halkın tasarruf oranının artmasını ciddi olarak engelliyor.
Nüfusun yapısı hemen değiştirilemeyeceğine göre, o halde Türkiye'de kurumsal dediğimiz şirket tasarruflarına ve kamu kesimi tasarruflarına önem vermek gerekiyor. Ama şirket tasarruflarının büyük bir kısmının, kambiyo rejiminin ve sermaye hareketlerinin serbest olmasının verdiği imkânla yurtdışında tutulması, dış tasarruf kullanılması gibi gösterildiğinden, cari açığı kapatacağı düşünülen kredi kısıtlaması büyüme hızını düşürüyor. Oysa yurtdışı finans kuruluşlarında ve vergi cennetlerinde tutulan tasarruflar dikkate alındığında, Türkiye daha yüksek oranlı bir büyümeyi sağlayacak bir tasarrufa sahip oluyor.
Gelelim Merkez Bankası'nın açıklamasının tutarlılık açısından zayıflığına...
Hiç dikkate alınmıyor ama büyüme hızının düşürülmesi ve kredi hacminin daraltılması, hane halkı tasarruf eğilimini daha da düşürebilir. Çünkü kredi hacminin daraltılması cari gelirden fazla tüketim yapılmasına neden olacaktır ve bu da hane halkı tasarruflarını azaltacaktır. Ayrıca büyüme hızının gerilemesi işsizliği artıracağından, sürekli gelir hipotezine göre bu durum hane halkının talebini azaltacaktır ve dolayısıyla şirket gelirlerini ve onların kurumsal tasarruflarını geriye doğru çekecektir. Merkez'in açıklaması bu nedenle pek tutarlı görünmüyor.
Bu yüzden Türkiye'nin dış ödemeler dengesindeki açıklar faizle değil rekabetçi döviz kurlarıyla denkleştirilmelidir. Aksi takdirde sağlıklı ve sürdürülebilir dış denge sağlanamaz.
Başbakan Erdoğan "Merkez Bankası'na yüksek faiz kalkınmamızı engelliyor, 'faizleri indirin' dedim fakat beni dinlemiyorlar" dedi. Merkez'in Başbakan'ı dinlemesinde fayda var. Yoksa yanlış hesap yüzünden ekonomide sorunlara yol açılabilir.
İyi bayramlar diliyorum.