İngiltere'de yayımlanan The Economist dergisinin Türkiye'ye yoğun ilgisi sürüyor. Daha önceleri Türkiye'den hiç söz etmeyen bu dergi, nedense son yıllarda her sayısında Türkiye'den bahsediyor. Hatta Türkiye'nin iç siyasetine bile karışıyor. Hatırlayacaksınız, 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde "oyunuzu AK Parti'ye değil, CHP'ye verin" diyecek kadar da ileriye gitmişti bu dergi.
Her hafta Türkiye ekonomisi ve iç politikası hakkında ayrıntılı yorumlar yazan bu dergi, ne ilginçtir kendi ülkesi olan İngiltere hakkında bile Türkiye ekonomisi kadar detaylı yazılar yayımlamıyor. İngiltere'nin yönetiminden taleplerde bulunmuyor ve onlara akıl vermiyor.
Geçenlerde The Guardian gazetesi, İngiliz Hükümeti'nin, "polisin" özelleştirilmesi için hazırladığı gizli planını ortaya çıkardı. İngilizler polisi de özelleştiriyorlar çünkü kamu maliyesini bir türlü düzeltemiyorlar. Kamu borçlarının milli gelire oranı yüzde 84, bütçe açığının milli gelire oranı ise yüzde 8.3'e ulaştı İngiltere'de. Ve İngiltere ekonomisi 2011'de ancak yüzde yarım büyüyebildi, 2012'de de ancak yüzde 0.8 büyümesi bekleniyor.
İşte bu nedenle İngiliz devleti meteliğe kurşun atıyor, beş pence'e muhtaç. Dolayısıyla masraflarını karşılayamadığı için polis teşkilatını satmak için çabalıyor. Bu nedenle İngiltere'de "Polis nasıl satılır?" diye büyük tartışma yaşanıyor. Çünkü polis, tutuklama yetkisi olan bir birim. Özelleştirildiği takdirde kamu çıkarının korunamayacağı ileri sürülüyor. İşte tüm bunlar İngiltere'de tartışılırken, The Economist, bu konuyu ve İngiltere'nin içine düştüğü ekonomik sıkışıklığı hiç gündeme getirmeyip sürekli Türkiye hakkında tuhaf analizler ve yorumlar yapıyor.
Bu hafta sonunda da The Economist, Türkiye ekonomisinin iki yıl üst üste rekor büyümesinin ardından geniş bir Türkiye ekonomisi değerlendirmesi yaptı. Ve Türkiye'de özel sektörün on cente muhtaç olduğunu ileri sürdü.
Oysa Türkiye'de özel sektörün nasıl borçlandığıyla ilgili muhasebenin detaylarını bilenler işin nasıl yürütüldüğünü pekala biliyor. Türkiye'de kambiyo rejimi liberal olduğu için vergi yükünden kurtulmak amacıyla pek çok firma ve kişi parasını yurtdışında tutuyor, Türkiye'deki şirketine borç veriyor. Bu nedenle Türkiye, Çin ve Hindistan gibi kontrollü kambiyo rejimi uygulayan ülkelerden ayrılıyor.
Dolayısıyla kıyaslama yaparken bu farklar dikkate alınmadığında, Türkiye'nin cari açığı bir risk gibi görünüyor.
Oysa özel sektörün yarattığı cari açığın kırılması mümkün değil! Kırılsa, çoktan 2008 ve 2009'da kriz derinleştiğinde kırılırdı zaten.
Hatta statükocu İstanbul sermayesinin, "IMF'den 35 milyar dolar alıp bize vermezseniz borçlarımızı ödeyemeyiz ekonomi batar" tehdidine rağmen Hükümet IMF'den borç alıp onlara vermedi, borçlarını paşa paşa ödediler.
Bu kısa tespitten sonra gelelim tekrar The Economist'in "message to Ankara" başlıklı Ankara'ya mesaj yazısına... Dergideki Türkiye değerlendirmeleri dikkatle okununca, mesajın aslında iki talep içerdiği görülüyor. İlkinde, Türkiye'nin Dünya Bankası'nın iş yapma sıralamasında 71'inci sırada olduğu belirtiliyor. Yunanistan'ın üstünde ama Kazakistan'ın altında bulunduğu söylenerek, yeterli doğrudan yabancı sermaye yatırımı alamadığı yazılıyor. Türkiye'nin iş yapmada 71'inci sırada bulunması çalışma yasalarının ve regülasyonların yoğunluğuna bağlanıyor. Kısacası, işçiyi daha fazla sömürmek için Ankara'nın düzenleme yapması isteniyor.
Oysa son günlerde yoğunlaşan iş kazaları, iş yasalarının işçiyi korumakta yetersiz olduğu ve bu nedenle Hükümet'in yeni düzenlemeler yapacağı döneme tam denk düşüyor. Yani The Economist, işçi maliyetini artıran iş güvenliği yasalarını çıkartma diyor Hükümet'e. "Aksi takdirde bak, 71'inci sıradasın ve doğrudan yabancı sermaye gelmez" diyor.
Oysa Dünya Bankası'nın iş yapma kolaylığı sıralamasında İtalya 87'nci, Çin 91'inci, Rusya 120'nci, Brezilya 126'ncı, Endonezya 129'uncu, Hindistan 132'nci sırada. Kaldı ki Çin, 91'inci sırada olmasına rağmen dünyada en çok yabancı sermaye yatırımı alan ülkeler arasında sayılıyor. Çin, geçen yıl 110 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye yatırımı aldı. Economist'in bu sıralamayı örnek göstermesinin anlamlı olmadığı açıkça ortada.
The Economist'in ikinci talebine gelince, o da şu... "Merkez Bankası, faiz koridorunu terk etsin" diyor. Çünkü Merkez'in esnek faiz politikası işlerine gelmiyor. Politika faizinin tek ve yüksek oranlı olması isteniyor.
Anlayacağınız The Economist'e yazdırılan "message to Ankara" başlıklı editör yazısı ve ek iki sayfalık değerlendirme, bildiğimiz faiz lobisince bu iki talebi Ankara'ya bildirmek için yazdırılmış. The Economist de yüzü kızarmadan bunu yayınlamış.